5 Mart 2013

Kağıdın vicdanına inanıyorum

Met-Üst mizah dergiciliğinin "biteceğine" inanmıyor ( Fotoğraf: Koray Işık)

Met-Üst'le üniversite yıllarımda çalışma şerefine nail olmuştum. O zamanlar ben istekle mizah yazarı olmaya çalışan hevesli bir amatör, o da "şöyle yazabilirsin bak" diyen bir sabırtaşıydı. Öküz'ü kaçırmış ama benim okulun gözdelerinden Hayvan'da birçok makale yazmış, hatta o dönem yine birlikte çalıştığım Levent Ünsal'dan da tavsiyeler almıştım yazı-çizi hususlarında. Epey şanslıydım yani. Sonra iş bir şekilde müziğe evrildi ama benim mizah dergileriyle bağım asla kopmadı. Bu yüzden Ot vesilesiyle Aktüel'e yapacağımız röportaj öncesi Met-Üst'le biraraya geldik ve beni hatırlamasına gerçekten çok şaşırdım. Aradan 10 sene geçmişti neredeyse. Hayvan'a bir şekilde temas etmiş olmak beni gururlandırdı. Aktüel'de bu hafta yayınlanan röportajın uzun hali huzurlarınzda.

Ot’tan önce Öküz ve Hayvan’ı sormak lazım. Met Üst diye de bir dergi yaptınız… O ne olacak?
Onun olayı zaten “aklı estiğinde çıkar”. Devam edecek, ayrı bir şey o. Ot’un eskizi gibi oldu o aslında. Öküz ve Hayvan’ın devamlı sayfaları ve yazarları vardı. Ot’ta her maça ayrı bir 11’le çıkacağız. Ve herkes bulunduğu yerde oynamayacak. Mesela karikatüristler İhsan Oktay Anar karakterlerini çizdi. İlerki bir sayıda belki edebiyatçılar bunu bir çizer için yapacak.


Sıla fotoğaflarını çekmiş koymuş, mesela…
Dergi toplantılarında konuşurken birinin adı geçer ve ortak bir tanıdık “siz onu öyle tanıyorsunuz ama onun bilmediğiniz yönleri vardır” der. Bizi çeken bu oluyor. Bu devam edecek bir sayfa, Fotoğrafaltı. Herkes çekecek, yazacak, isteyen. Disiplinlerarası bir şey olacak bu.

Artık gençler ne yapmak istediğini bilerek mi geliyor amatör günlerine?
Gençlerin bir yer edinmesi için bir dünyası olması lazım. O mesaiyi evde kendi kendine harcaması lazım. Mizahçı olmak çok zorlaştı. Yeni dünya ve dille gelmesi gerekiyor. Kendi başına çıkarabiliyor, Twitter’da, Facebook’ta, bloglarda… O dergiye ihtiyacı bile yok aslında. Bloglarda bu tip dergileri okutmak için, internette olmayacak işler yapmak gerekiyor. Bunu sunma biçimi, çizgi, fotoğrafı iyi kullanmak vs… Bir takla attırmak gerekiyor. Düz yazı akıyor, yoksa.

“Kadın mizahçı çıkmıyor” meselesinde son durum ne oldu şimdi? Şimdi biraz argo konuşan Twitter fenomeni kadınlar söz konusu…
Aslında Öküz’de ve Hayvan’da yazan, çizenlerin çoğu kadındı. Sonra Bayan Yanı diye dergi çıktı. Bu sosyolojisi olan bir şey aslında, yetenekle ilgili değil. Geçen gün çok enteresan bir şey okudum. Kadınlar çok iyi yemek yapar ama aşçıların çoğunun erkek olması üzerine… Şirketler adet dönemlerinde çok huzursuz oluyorlar diye kadın aşçı çalıştırmıyormuş. Bunu araştırmak gerekiyor. Bütün alanlar erkek egemen ki zaten.

Bir tek kadın dergilerinde öyle değil herhalde.
Onlar da varolan erkek dilini dönüştürmeye çalıştırıyorlar mesela. Bu derginin de kadın ağırlıklı olmasına çalıştım. Einstein demiş ki, “atomu parçalayabilirsin ama önyargıları asla…” Önyargıların cinsle, yetenekle ilgisi yok. Sosyolojiyle ilgisi var.

Çizerler farklı yerlerde çalışsalar da birbirine destek oluyorlar, değil mi?
Karikatüristler arası bir dayanışma var. Bir çatışma yok. Bölündük bilmemne… Yok öyle bir şey. En azından bir grup için yok, ya da benim için yok. Biraz ilişkilerle ilgili. Öbür piyasalarda böyle bir şey yok, şaşırıyorum buna. Amatörlükler birlikte geçtiği için, herkes herkesi biliyor. Aynı evde kalınmışlıklar, aynı giysileri giymişlikler, aynı manitalar oluyor… Sabahlama işi çok acayip. İnsan sevgilisinin yanında bile rahat edemez. Ama orası öğrenci yurdu gibi. Bir koltuk var 120 kişi yatıyor orada. Birebir tanışmasan bile bir ağabeylik ilişkisi var. Senin bir esprinden kendine bir şey çıkarmış, seni bir yere koyuyor. Sonra da boynuz kulağı geçiyor.

Mizahçıların bölünmesi çeşitlilik açısından da okur için iyi bir şey aslında.
Mizah dergisi kurumlaşırsa içten kendini dinamitler. Otorite olursa bir bölünme olur. Dışardan “ne kadar çok bölünüyorsunuz” diyorlar. Uykusuz olmasaydı bir Cem Dinlenmiş olmayacaktı. Biz LeMan’dan ayrılmasaydık Yiğit Özgür, Umut Sarıkaya çıkmayacaktı. Azalmıyor ki, bölünerek çoğalıyor. Gırgır geleneği gibi bir geleneği yerleştirmek istiyorum ben. Biz Oğuz abiyi (Aral) saygıyla anıyoruz ama ondan da ayrılmıştık. Met-Üst’ü saygıyla ansınlar ama şahane, yepyeni şeyler yapsınlar.

Ki bugün Twitter’daki 140 karakterle yapılan şeyler sizin yıllar önce yayınlanan “Langadank”larda yaptığınız şeyle aynı.
Benim Denemeyenler kitabından öyle çok format çıktı ki internete… Çiğ birisi olsam, “bu benim 20 yıl önce yaptığım şeydi” derdim. Ben uğraşsam internetle ben yapardım. Benden önce de Aziz Nesin yapmış. Ondan önce de Nasreddin Hoca yapmış. Mizahçılık yapıyorsanız, anonim olmayı göze alacaksınız. Ya televizyona çalışacaksınız, iyi para yapmak için… Ya da sinema yapacaksınız. Ama dergicilik tamamen amme hizmetidir. Bağımsız, cazcılar, bluescular gibi olmak. Hadi müzik yapalım, ne kazandık hadi paylaşalım der gibi.

Mizah dergisi okuma alışkanlığı bitecek mi sizce?
Kağıdın vicdanına inanıyorum. İnternette yanlışı değiştirebilirsiniz ama kağıtta kalır. O daha delikanlı, daha cesur bir malzeme. Bunun felsefik tarafına bakmıyor kimse.

Hakan Günday da yazıyor Ot’ta…
Hayvan’da kendisi gelmişti, “ben bu dergide olmalıyım” diye. Emrah Serbes de Yalova’daydı. Dergideki formatlara göre kendikendine konsomatrisle, mezarlık bekçsiyle falan röportajlar yapmıştı. Ulus Baker’i “şen profesörler” diye yazmıştı. Kendine vazife çıkarmıştı ve “ben burada yer alacağım” demişti. Ankara’da hem okudu, hem yazdı, hem orada editörlük yaptı. Behzat Ç.’nin ilk hikâyesini bize yazdı.

Mizahçının TV’ye iş yapanı, reklama geçeni sevilmezdi eskiden. Hâlâ öyle mi?
Ben “Plastip Şov”u yazmaya başladığımda “neden TV’ye iş yapıyorsun” demişlerdi bir imza gününde. Bir sene sonra da “TV’ye neden yazmıyorsun” diye sormuşlardı. Reklama çıkmak bir başarı işi değil ki. “Yırtan insanları” rol modeli olarak görüyorlar. Mesela Cem Yılmaz’ın, Acun Ilıcalı’nın ne kadar çok çalıştığını görmüyorlar. Acun Ilıcalı birçok yazardan çok daha iyi sosyoloji biliyor. Hep hikâyesi olan işler yapıyor. Cem Yılmaz 1500 gece çıkıyor ve o anlattığı şeyi o gece ilk defa anlatıyor gibi yapıyor. Bu ayrı bir hüner. Bunu da göstermiyor, kendiliğinden oluşuyor gibi gösteriyor. Aynı şey karikatürcülerde de var. Bir derginin okunma süresi 15 dakika. Ot da “hızla ve hazla okunan” olmak istiyor.