27 Mart 2013

İstanbul’u turist gibi geziyor

(Fotoğraf: Engin Irız)
 Cem Dinlenmiş, yeni nesil mizahçılar içindeki yetenekli isimlerden biri. Penguen’de çizdiği “Her Şey Olur”adlı köşesi, uzun zamandır internette herkesin birbirine gönderdiği karikatür serileri içinde yer alıyor. 28 yaşındaki çizer, İstanbul’da “turist gibi” gezmeyi sevdiğini söylüyor.


Cem Dinlenmiş, Kadıköy Anadolu Lisesi’nde küçük animasyonlar yaparak ve tiyatro afişleri tasarlayarak geçiriyor lise yıllarını. 20 yaşında Penguen’de çizmeye başlıyor ve 21’inde gündeme ilişkin çizgilerinin köşe haline geldiği “Her Şey Olur”a başlıyor. 2010’da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik bölümünden mezun oluyor ve aynı yıl ilk kitabı Her Şey Olur 2004-2010 yayınlanıyor. Galeri x-ist’te sergileri oluyor, Contemporary İstanbul’da da işleri sergileniyor.
Cem Dinlenmiş’le Kadıköy’de buluşup rotayı belirliyoruz. Önce Kabataş motoruna bineceğiz, sonra da Fındıklı’daki atölyesine gideceğiz. Önce onun Kadıköy’de yürümeyi en sevdiği yerlerden olan Müdürdar Caddesi’nde dolanmaya karar veriyoruz....

Yazar-çizer tayfası, okurların kafasında bir zamanlar Cağaloğlu, Bâb-ı Âli yokuşunda, sonraları ise Beyoğlu, Tünel hattıyla özdeşleşti, aslında. Halen de mizah dergilerinin çoğu Beyoğlu’nda. Bu yüzden sohbetin ilk dakikalarında Dinlenmiş’le Beyoğlu üzerine başlıyor diyalog haliyle; “Beyoğlu’nda da ilk öğrendiğim sokak İmam Adnan Sokak’tı, LeMan’ın sokağı…” diyor. Ama Penguen'in ilk kurulduğu hafta amatör günü yokmuş. Zarf bırakmak için gittiği Penguen kapıları “henüz” onun için açılmadığından kendini “bari boşuna gelmiş olmayayım” deyip İnci Profiterol’ün kapısından atmış içeri. “Yeni yerini çok merak ediyorum İnci’nin. Sanırım herkes için değişiyor klasiklerin anlamı. İlk gelen için çok egzotik bir yerdi ya orası. Bir de yabancılık çekiyordun, tabağını kendin alıyordun falan çok garip.” Peki ya bir türlü ne olduğu bilinemeyen “Beyoğlu çikolatası” hakkındaki hissiyatı ne? “Edirneli bir arkadaşım var. Benim için çocukken İnci’de profiterol yemek nasıl bir etkinlikse, o da ‘Beyoğlu’na gideyim de çikolata alayım’ derdi. Yani onun için de ‘Beyoğlu çikolatası’ diye bir gerçek var. İnci de biraz ‘ambiyanstır’ ya aslında” diyor.
Yürümeye başlıyoruz Altıyol’dan aşağı doğru. Sekiz aydır dergiden karikatürist arkadaşları Özer Aydoğan ve Mustafa Satıcı ile boks yaptığından bahsediyor: “Spor salonuna gidip kaldır indir yapmayalım diye düşündük, bir şey öğrenelim dedik, boksla ilgilenmeye başladık, ve şartlar müsait olunca yazıldık” diyor.

Merak ediyoruz haliyle, bokstan sonra kendine güveni gelmiş mi, mesela durduk yerde kavgaya karıştığı oluyor mu? “Hiç işim olmaz. Psikolojik bir gerilime bulaşamam sanırım. Boks yaparken eşe dosta ‘bak yaptığım harekete!’ demek komik oluyor. Herkes dalga geçiyor. Müsabaka olmadıktan sonra çok da anlamlı olmuyor o hareketler” diyor.

“AKMAR PASAJI’NI SEVERDİM AMA BEATLES DİNLERDİM”

Kadıköy ortamları..
Dinlenmiş, vapurdan iner inmez kahve kokusuna doğru yürüyormuş. “Mühürdar Caddesi benim en sevdiğim caddelerden. Kadıköy’ün en geç uyuyan yerlerinden bana göre. İnsanlar burada kalabalık, minik meydanlarda müzik, trompetçisi, darbukacısı falan var… Sosyal ortamlarda çok iyi değilim ama yolda geçirdiğim zaman bana çok iyi geliyor. İzleye izleye gitmeyi seviyorum” diyor. Mühürdar’da Güven Kırtasiye içine dalıyoruz. Elbette işi çizgiyle olan biri için en heyecan verici yer, kırtasiye. Orada heyecanla boyalara bakıyor.
Güven Kırtasiye’nin tam karşısı “meşhur” Akmar Pasajı… “Akmar da 12-13 yaşlarında 2. el İngilizce kitap almak için keşfettiğimiz bir yerdi. 90’larda metalcilerin takıldığı pasajdı burası… Ben eski kitaplara, antin kuntin eşyalara meraklıydım daha çok” diyor. “Yumuşak” şeyler dinlediğinden, Beatles sevdiğinden bahsediyor: “O zamanlar Beatles dinleyen pek yoktu. Şu an herkes seviyor ama o zaman ‘gay müzik’ falan gibiydi. Nirvana’nın, Metallica’nın, Iron Maiden’ın dinlendiği zamanlardı onlar… Şimdi çok çeşitli şeyler dinliyorum.” Radyo dinleme programı Radium'u tavsiye ediyor: "İnternette yayını olan bütün istasyonları aynı platformda bulup dinlemek mümkün."
Bir sonraki hedefimiz İmge Kitabevi. Cem çok sakin olduğu için burayı da sevdiğini söylüyor. Kitapçı içinde hem kendi kitabını soruyor, hem de “Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'nin İstanbul” kitabını… “Bitmiyor çünkü İstanbul. Yani İstanbullu da bütün İstanbul’u bilmiyor. Ben de gezmeyi seviyorum, zaten her işim farklı bir köşede. Öğrenmek istiyorum böylece. Bilmediğin bir şehre gitmek ve şehri keşfetmek ne kadar güzelse, İstanbul’da durum sürekli böyle aslında. Haliç’te bir mahalleyi gezmek, yurtdışına çıkmışsın gibi hissettirebilir. Büyükada’ya gittim mesela, kız arkadaşımla. Turistik gibi gezi yaptık, tepeye Aya Yorgi’ye çıktık. Ama çok moral bozucuydu bir açıdan, çünkü oradan karşı kıyılara, Kartal’a bakınca çok fena görünüyordu binalar, manzara. Hiç düşünülmemiş yani oradan bakınca ne görünecek diye…” diyor.
Bu arada öğreniyoruz ki, Cem’in İstanbul’a olan merakının sebebi, biraz da yaz başında çıkması planlanan İstanbul haritaları işinden kaynaklanıyor. Tam o esnada önümüzden geçen bir tramvay vesilesiyle, tramvayın neden Kadıköy’le değil de İstiklal Caddesi’yle özdeşleştiğini düşünüyoruz. “Yüz sene önce İstanbul’un bütün ana caddelerinde tramvay işlerken, bir tek İstiklal Caddesi’ndeki kaldı, o da 20 küsür sene önce trafiğe kapandıktan sonra” diyor.

“İSTANBUL’UN BİLMEDİĞİM SEMTLERİNDE GEZMEYİ SEVİYORUM”

Atölyesi Fındıklı'da
Cem’in İstanbul’u, daha çok ev, iş, dergi, galeri gibi  birbirine çok yakın olmayan noktalar arasında sürekli yolculuk ederek geçiyor. "Yapacak bir işim yoksa, hiç bilmediğim semtlerde gezmeyi seviyorum. Yürünerek gidilebilecek her yere yürüyebilirim." diyor.
Mizah dergilerinde son dönemde Ersin Karabulut, Memo Tembelçizer gibi karikatüristlerin de katkısıyla çizgi romancılığa olan ilgiden bahsediyoruz. “Çizgi romanı hep sevdim, aklımı okudun” diyor o an ve ekliyor: “Bende de sürpriz niteliğinde bir şeyler var aslında” diyor. Heyecanla bekliyoruz. Bakalım.
Dinlenmiş’in çocukluğu da İstanbul’da geçmiş. Kabataş-Kadıköy motoruna atlayıp laflamaya devam ediyoruz. Haydarpaşa’nın önünden geçerken saatin üçü onyedi geçede kalması dikkatimizi çekiyor. “Yangının saati bu ya..” diyor, Dinlenmiş. Kız Kulesi’nin önünden geçerken fark ediyoruz ki, İstanbul Dinlenmiş’in gözünden “adeta bir şiir gibi bu şehir..” algısından oldukça uzak. Güzeliyle, çirkiniyle ayan beyan ortada. “Artık şu İstanbul’da kız kulesi romantizmi bitmedi mi?” diyor, tam o anda. “Tamam sembol olarak çok önemli, ama fotoğrafın da bu kadar öne çıkmasıyla İstanbul’u tanımak, arka taraflarını göstermeye olan ilgi de epey canlı… Hatta yıkık bina ve harabe fotosu görmekten biraz canımız çıkmadı mı?”
Fındıklı’ya geldiğimizde uzun merdivenlerin olduğu Hardal Sokak’a doğru yöneliyoruz. “Burası sanki çevreden ayrı bir yermiş gibi. Gizli bir geçit gibi yani. Korunaklı evler var, etrafı telli falan. Başlarda nereye çıkacağını kestiremiyordum, özel bir yol sanıyordum.” Aslında belki de İstanbul’un ara sokaklarından korkmamak lazım diye düşünüyor insan… Bilinmedik yollar insanı türlü güzel sokağa çıkarabilir çünkü, bu şehirde. “Sıraselviler’de eski Maksim gazinosu ve İstanbul’un ilk sinemasının olduğu yerde inşaat devam ediyor. Atölyeye giderken Taksim'den Kazancı'ya iniyorum ve arkadan o manzarayı izliyorum. Tiyatro dekorunun arkasını görmek gibi bir şey, sahne arkasında faaliyet sürüyor” diyor.

“KOMİKLİK OLSUN DİYE YAPILMAYAN ŞEYLERE ÇOK GÜLÜYORUM”
Çoraplar yakıyor (dikiz at)
Cem Dinlenmiş, çizdiklerini düzenli olarak Tumblr’ına yüklüyor. “Ben çok iyi bir Facebook ve Twitter kullanıcısı değilim aslında. Twitter’ı kullanılması gerektiği gibi kullanmıyor olabilirim. Bir şey yazacaksam yarım gün gereksiz yere düşünebiliyorum üstünde. Yirmi otuz kişi izliyor olsa belki daha rahat edeceğim. Ama bu insanı kısıtlayan bir şey ve ben her şeyi yazmaktan hoşlanmıyorum oraya. Instagram’ım da var ama bana kadar var. Kahvaltımı çekmek hoşuma gitse bile herkese göstermek istemem. Pek ‘çağı yakalamış’ sayılmam bence…” diyor.
Gene de “Her Şey Olur”un en iyi haftalarından biri “Seçimporn”du. “Herkes demek ki çok aşinaymış porno sitelerin arayüzüne. Ben aslında çizerken biraz çekinmiştim ‘adam baya incelemiş demek ki, biliyor’ diyecekler diye…” Çizerken bin tane şey geçiyormuş aklından. Ama o işi anneler bile çok beğenmiş, öyle diyor. 
Fındıklı’da yürürken, fotoğrafçımız Engin, kompakt dijital makinesini övüyor, Cem bu tavsiyeyi değerlendireceğini söylüyor. Çizgi dışındaki ilgi alanının fotoğraf olup olmadığını soruyoruz. “Çok anladığımı söyleyemem, ama çekmeyi severim. Her konuda biraz bilgi sahibi olayım diye galiba yarı cahil kaldım” diyor.
Az çizgi ve balonla çok güldürebilen Cem Dinlenmiş neye güler en çok, elbette merak konusu. “Bu soruya hep ezberlediğim cevaplar oluyor, belirli aralıklarla onu vereyim diyorum, şifre gibi, değiştire değiştire… Ama heralde komiklik olsun diye yapılmayan şeylere çok gülüyorum. En son 60’larda İstanbul’da geçen bir James Bond filmi var, ‘Rusya’dan Sevgilerle’ diye. Orada uzun uzun Sultanahmet’in kubbelerini çekmişler. Bir sonraki sahnede yatağa uzanmış bir kadın ve onun göğüslerini gösteren uzun bir plan… Meme-kubbe analojisi, kör gözün parmağına, çok saçma bir sahneydi. Kızın kolyesi ağzına giriyor falan, tam böyle şehvetli bir anında üstelik, ona çok güldük mesela. Naif ve güzel de bir yandan ama. Anlatması çok komik değil ama sanırım” diyor.
Cem Dinlenmiş’in bir zamanlar Selçuk Erdem’le paylaştığı atölyesinde oturuyoruz, günün sonunda. LeManyak’ı çok okuduğundan bahsediyor, zamanında. Yabancılardan da Tenten’i seviyormuş. Bilgisayarının masaüstü resmine “Rusya’dan Sevgilerle” setinden bir fotoğraf denk geliyor. O esnada imza günlerindeki ilgiden konuşuyoruz. “İmza günleri halen eskisi gibi ve gelen okurların yaşları hiç değişmiyor” diyor. Ve ilginç bir tespite imza atıyor: “Usta-çırak meselesi bitti artık bence. Herkes buluyor ne anlatmak istediğini, bilerek geliyor dergiye. Bu yüzden ustaların anlatacağı çok şey olmuyor artık.” Madem öyle, yeri gelmişken mizah dergisi okuma alışkanlığından dem vuruyoruz: “Mizah dergisi okuyor olmak diye bir müessese var aslında. Sanırım mizah dergisinin popüler kültürün bir ürünü olup sermayeden bu kadar azade olması, reklamsız olması ve tamamen okur parasıyla dönen bir şey olması önemli. Evet, gündem ve politika da var orada ama siyasi bir mücadele alanı olmak zorunda da değil mizah dergisi.”  Cem Dinlenmiş’in köşesi, bir yandan da hiç gazete okumayan birine gündemi anlatmanın da eğlenceli bir yöntemi belki. Kendisi de onaylıyor bu durumu: “O niyetle okumayan insanların sevmesi beni çok mutlu ediyor. O kıvamı tutturmak biraz kimya işi ya.”  

*** Touch İstanbul Mart 2013 sayısında yayınlanmıştır***