22 Ocak 2013

Hesaplaşma günü geldi…



Defne Kayalar daha çok oynasa...
“Güzel Şeyler Bizim Tarafta” ile geçtiğimiz sezona damgasını vuran Krek’in yeni oyunu “Babamın Cesetleri”ne gittik; oyunun yazarı ve yönetmeni Berkun Oya ile oyuncuları yakaladık.

*** Aktüel 17-30 Ocak sayısında yayınlanmıştır*** 

Blognot: Oyuncularla yapılan röportaja ve izlenime dergide yer olmaması sebebiyle yer veremedik. Ama Öner Erkan'la ilgili şu notu düşmeliyim. Röportaj boyunca Şerif Erol, Kaan Taşaner ve konuşmaya çok istekli görünmese de Defne Kayalar ve sağolsun Krek konusunda işleri rahatça halledebildiğim prodüktör Nisan Ceren Göknel hepbirlikte sahnede oturuyor, güzel güzel kahvemizi içiyorduk. Ben bir şekilde sorularıma yanıt alabiliyordum ilk dakikalarda. Konuşmak bazen zor, biliyorum. Hepsinin en azından yapılan işe saygı duyduğunu görmek pek güzeldi. Ancak Öner Erkan konusunda ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Keşke kendisi röportaja katılmayıp isteksizliğini bu kadar dışa vurmasa, insanlar yanıt verirken çeşitli "komikliklerle" diğerlerini de manipüle etmeseydi. 

İstanbul Bilgi Üniversitesi Santralistanbul’da bulunan Krek’in yeni oyunu “Babamın Cesetleri” hakkında belki birkaç şey okudunuz, belki az çok fikriniz var. Savaş fotoğrafçısı baba (Şerif Erol), iki oğluyla (Kaan Taşaner ve Öner Erkan) hastane odasında vedalaşıyor. “Ben ölüyorum artık” diyor, “ben gidiyorum.” İki kardeş arasındaki elektriği daha ilk sahnede görüyor, küçük oğlun eşinin (Defne Kayalar) büyük oğlanla olan veya olmuş bitmiş “münasebetine” hemen tanık oluyorsunuz.

Kimsenin adının telaffuz edilmediği oyunda, bir adı geçen ufaklık var, o da Ada. Küçük oğlanla gelinin tek kızları. Mutsuz bir evliliğin mutlu olunabilecek tek yanı. En azından kadın için. Çünkü “Babamın Cesetleri”, iki oğlanın babalarıyla olan hesaplaşmaları kadar; kadının kendi içindeki dilemmasını da işliyor. Kadın kocasının, onun hayatı hakkında sandığından da çok bilgiye sahip oluşunu fark etmesiyle; oturamıyor, kalkamıyor, acıyla kalakalıyor, büzülüp uyuyor koltuğun bir köşesinde. Kocası da sanıldığı kadar masum değil. Onun da farkında. Ama hep bir çabayla, insanı uçuruma götürebilecek bir yanlış anlamayı düzeltmeye çalışıyor. Dürtüyor kocasını, “vaktin kalmadı” diyor, “bitir artık nefretini.” Belki de babaya oğullarından daha çok sahip çıkıyor, sanki kendi babası gibi.

Kaan Taşaner (solda) muhteşemdi
Küçük oğlanın yüzü hiç gülmüyor, sinir krizlerine müteakip saldırgan tavırları babasını yaralıyor. Ağabeyine hırslı. “Benim karım o günden sonra senin sevgilin oldu, ağabey... Benim karım seni benle hiç aldatmadı, merak etme” diyor ağabeyine mesela. Tüyler ürpertici.


Ama ilk perdede akılda kalan “o an”, babanın karga tulumba tekerlekli sandalyeye oturtulup tomografiye götürüldüğü o sahne…  Babanın üzerinde hastane giysisi. O dağ gibi, başına buyruk, ailesini tutkun olduğu mesleği yüzünden ikinci plana atmış ve bunun için hep suçlanmış o kocaman adam, o an küçücük… Bacakları çıplak. Üzerinde hastane ışığı. Sararmış, solmuş… Kafese kapatılmış kuş gibi çaresiz. Oğluna olan bakışı… “Hadi artık affet beni” bakışı. “Ölüyorum ben, vedalaşalım senle” bakışı… Tek bir bakışı. Usta oyuncu Şerif  Erol, daha ilk perdede yakalıyor insanı boğazından, salmıyor sonra hiçbir yere. Gözünüz başkasında bile olsa o andan sonra, kulağınız hep onda kalıyor.

Bir de yüzünü hiç görmediğimiz bir anne var. Krek’in camlı özel sahnesinin ve oyunun başında dağıtılan hassas kulaklıklarının marifetiyle nefes alıp verişini, kocasına koridorda uzaktan bakışını, odaya girip girmemekte tereddüt edişini, ama giremeyip evine geri dönüşünü, suçlayışını, dinlemeyişini, huysuzluğunu duyuyoruz. Aslında sadece duymakla kalmıyoruz. Hissediyoruz. Tıpkı “Güzel Şeyler Bizim Tarafta”da olduğu gibi, dışarda olan biteni de hissediyoruz. Annenin çatallı sesinin içimizde güp güp atışını hissediyoruz.

Belki de çoğunluk tarafından uzun olduğu için eleştirilen 20 dakikalık Ruanda tiradı dışında (ki bu tirad oyunun belkemiği dakikalarından biri) anne ve babanın eşzamanlı konuşmaları da insanın yüreğini burkuyor. Anne koridorda kendi inadıyla ayak sürüyüp “ babanız çatıyı tamir edecekti” derken, baba ölüm döşeğinde aynı anda “annenize söz verdim, çatıyı tamir edecektim” diyor, mesela. Son nefesinde bile “Annenize yeni bir ev alın. O evin yatakodasının çatısı akıyor. Uyuyamaz orada” diyerek onu düşünüyor, baba. İlk perdede sizi de çevreleyen kuşku perdesinden yavaş yavaş sıyrılıp, babanın özgür ruhuna, iyiniyetine, masumiyetine inanmaya başlıyorsunuz. Üzeri tozlanmış aşk hikâyesine bile sahip çıkmasına şapka çıkarıyorsunuz. Bir de torununa olan düşkünlüğüne, tabii… Son perdede dede ve torunun birbirlerine söyledikleri ninni ile dağılıyorsunuz.

HASTANE FOBİNİZ VARSA DİKKAT EDİN

“Babamın Cesetleri” hastane odasında geçiyor, hastane ışıkları altında yüzler beyaz, bir ailenin trajedisi gözler önüne seriliyor, evet. Akıllarda kalansa “büyük ağabey” Kaan Taşaner ve “gelin” Defne Kayalar’ın başarılı performansları. İlk gösterimi geçtiğimiz ay başında olan oyundan sonra oyuncuların hepsi, altı hafta süren provaların da etkisiyle “yorgun ve mutlu” olduklarını söylüyor. Peki ya seyircilerden gelen reaksiyonlar nasıl? Bir önceki oyunda mesela, hastane fobisi olan birinin olduğunu söylüyor, “küçük kardeş” Öner Erkan. “Bütün oyun hastanede geçiyorsa izleyemeyeceğim, deyip apar topar çıkmış” diyor. Taşaner ekliyor: “Hastane fobisi var ama ceset izlemeye gelmiş o da garip. İnsanlar oyunun adına baktıklarında çok kanlı bir oyun izleyeceklerini düşünüp çok da kanlı bir oyun izliyorlar ama bunun farkına varmıyorlar”. Baba Şerif Erol, kötü eleştiriden etkilenmediklerinin altını şöyle çiziyor: “Yaptığınız bir iş üzerine söylenen bir söze kayıtsız kalamazsınız. Burada yakalanan bir akış ve duygu grafiği var ve siz daima ona sadık kalmalısınız. Burada konuşulmuş ve hesaplanmış bir şey var. Biz de ona sadığız. Eğer rejiye güveniyorsanız kötü eleştiriden etkilenmezsiniz. Aynı şekilde iyi bir sözden de bulutların üstüne çıkmazsınız, sakin kalırsınız.”

Krek’i uzun yıllardır takip etmiş izleyiciler, bu kez yeni bir oyuncu kadrosuyla karşı karşıya. Defne Kayalar’a, canlandırdığı karakteri nasıl çalıştığını soruyoruz,
“Çalışmaya başlamadan önce çok soru çıkardım karakterle ve oyunla ilgili. Onların bir kısmını Berkun (Oya) hemen cevapladı. Bir kısmını zamanla çözümledik. Provalar sırasında da aklımıza gelen her soruyu yanıtladığı için sorun olmadı” diyor. Oyuncuların hepsi metne sadık kalmış, herhangi bir değişiklik olması için müdahale etmemişler. “Hikâyede en çok hangi karaktere üzüldünüz?” diye soruyoruz. Derin bir sessizlik oluyor… Röportajımızın birçok yerinde olduğu gibi, uzun düşüncelere dalıyor, ekip. Taşaner bir adım önde: “Buradaki hikaye dramatik değil trajik bir hikâye. Buradaki herkes haklı. Herkes kendi tarafından baktığında herkes üzgün. Bu odanın içindeki herkesin hayatı bir anlamda üzücü” diyor. “Aslında durum çok üzücü” diyor, Kayalar. Erol ise “ben en çok anneye üzülüyorum” diyor ve gülüyor.

Krek’in camlı sahnesinin içinde seyircilere doğru oturuyoruz, konuşurken. Işık yansıyor bir parça ama, sahneden seyirciler acaba nasıl görünüyor? Kayalar, “Bazen bir pantolon ya da garip bir bıyık dikkatimi çekebiliyor. Hiç bakmadığım halde onun orda olduğunu biliyorum” diyor. Erol ekliyor: “Geçenlerde en önde duran bir çantaya kafam takıldı ve ‘o çanta orada ne arıyor?’ diye düşünürken laf karıştı. Çünkü o Kaan’ın otelden getirdiği çantaya benziyordu. Sonra yine kaldığım yerden devam ettim tabii” diyor. Bıyık konusuna bıyıklarının altından gülümseyen Taşaner, Kayalar’a “Senin hayatındaki tek bıyıklı ben olmak istiyorum” diye sataşıyor, röportajın bitiminde. “Şu andan itibaren benim için tek bıyıklı sensin” diye gülüyor, Kayalar.

Mesele bir aile dramı olunca, oyuncuların aileleri izledi mi acaba bu oyunu diye soruyoruz son olarak. “Ben ilk günden çıkardım aradan o işi” diyor, Taşaner. Erkan da ekliyor: “Benim engizisyoncu ağabeyim geldi izledi geçen gün. Çok acımasızdır beni çok eleştirir. Oyundan sonra gözüme bakamıyordu.” Kayıt makinesi kapandığı anda, gözle görülür bir rahatlama oluyor. Erkan soruyor: “Sizin bir tomografi varsa halledelim mi?”


YENİ OYUN “ISKA”YI ÖĞRENCİSİ YAZDI, O YÖNETTİ


“Bugüne kadar hep aynı adamın oyunlarını yönetmiştim, değişiklik oldu”

**Daha önce sizden kısa oyunlar izledik. Bu oyun diğerlerine göre daha uzun.  Acaba izleyici sıkılır mı diye bir kaygınız oldu mu?
Kısa oyunlar için ne söylediysem aynı şey uzun oyunlar için de geçerli. Bir oyunun uzunluğunu, kısalığını süresel olarak değerlendirdiğim bir şey yok ortada. “Bomba”yı yazıp bitirdiğim süre ne kadarsa “Babamın Cesetleri” de ne kadarsa o. Uzun ya da kısa gibi bir düşünce yok kafamda. Öyle olsa optimum bir oyun süresi belirleyip sürekli onu tutturmaya çalışmam gerekir ve herhalde o da çok sağlıklı olmaz.

***Oyun arasında seyircileri gözlemler misiniz?
 Seyircinin içine çıkmak hiç cazip değil benim için. Oyunun yazarı ve yönetmeni olarak orada olmak saçma. Tuvalete bile gitmem gerekse beklerim.

***Santralistanbul’a alıştınız mı, sizce Krek seyircisini buldu mu?
Krek’ in seyirci kitlesi yavaş yavaş oluşuyor. Önemli olan çeşitlenerek artması bence. Umarım öyle de oluyordur.

***Kampüste olması bir avantaj mı sizce, üniversite öğrencileri  ilgi gösteriyor mu?
Bilgi Üniversitesi ile organik bir bağı var buranın. O bağ da bizim için önemli ve kıymetli. Aynı alanı kullanıyoruz sonuçta. Üniversite öğrencisi yaşındaki insanlara yakın olma fikri harika benim için. Ama seyircilerin ne kadarı üniversite öğrencisi ne kadarı değil bilmiyorum.

***Yeni oyun “Iska” hakkında bilgi alabilir miyiz? Fuat Mete’nin üniversite öğrencisiyken Krek bünyesine girip sonrasında burada devam ettiğini duymuştuk…
Krek deyince benim aklıma gelen en önemli ve en öncelikli şey: Krek bünyesinde olan arkadaşların oyunlara, prodüksiyona katkıda bulunması. Krek bu demek aslında. Bir adamın tek başına oyunları yazıp yönetmesi değil. Ama bu istenilen kıvama gelmesi biraz zaman alıyor tabi ki. Şimdi Fuat’ ın oyununu oynayacak olmamız benim için çok kıymetli o yüzden.

***Fuat Mete’nin size katılması nasıl oldu?
Okulda zaten ders ilişkimiz vardı. Benim girdiğim bir derste o da 3. sınıftayken tanıştık. Sonra Krek’ te çeşitli görevlerde çalıştı. Bir gün ben bir oyun yazdım diye çıkageldi. Bir de bu tip şeyler çok sık oluyor. Haftada beş kişi gelip yazdığı şeyi okutmak isteyebiliyor. Fuat son derece kendinden emindi. O güne kadar ‘bir şey yazıyorum’ demedi. Benim haberim bile yoktu. Oyunu yazdıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte bitirme tezi gibi oyunu sergilediler. Beni direkt onu izlemeye çağırdı. Ve ben bitmiş bir şeyi izlemiş oldum ve Fuat’a ‘Bunu Krek’te yapalım ister misin’ diye teklif ettim o da kabul etti.  Benim için çok heyecan verici. Ben hep aynı adamın oyunlarını yönetiyorum. İlk defa farklı bir adamın oyununu yöneteceğim.

***Bu sene Krek’teki oyuncu seçmelerine gelenlerin sayısında bir artış vardı… Umut verici, heyecanlandıran birileriyle tanıştınız mı?
Tabi ki genç biriyle tanışmak oldukça heyecan verici.  Bugün genç dediğimiz adam biraz daha farklı. Belki de ben yaşlanmaya başladığım için öyle geliyordur. Gençlik sahip olması gereken en önemli şeye sahip değil bence. O da orijinallik.

***Babamın Cesetleri’ ni ne kadar zamanda yazdınız?
Aslında oyunu iki farklı zaman diliminde yazdım. Geçen sene yazmaya başladım sonra durmam gerekti. Bu yaz tekrar geri döndüm ve tamamlandı.

***Oyunların kitaplaştırılması ya da DVD haline getirilmesi gibi bir düşünceniz var mı?
Bayrak’ın kitabı var zaten. Diğerlerini de yapmak lazım sanırım. Aklımda olsun benim de.  

Babamın Cesetleri
Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Oynayanlar (alfabetik sırayla): 
Defne Kayalar, Kaan Taşaner, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
Işık: Cem Yılmazer

Oyun Tarihleri:
Ocak 2013
16,17,18,19 / 23,24,25,26 / 30,31 Ocak
Oyun günleri : Çarşamba, Perşembe, Cuma ve Cumartesi
Oyun saati: 20.30