8 Temmuz 2012

[Müziksiz] Biraz neşenize turp sıkmak gibi olacak ama...


 Öylesine gelmiyor ki içimden hiçbir şey.

Bakmayın yani, kafamı dağıtmak için meşgale aradığımdan şu sağı solu dürtmeler... Hayatımın en kötü haziranını geride bırakmış olmak için yani. Vızır vızır akıp gidiyor gibi yapmak için. Yapmış olmak için yapmak yani.

Ne iş ne güç, ne aşk ne meşk, ne bağlılık, ne gelecek... İnsan hiçbir şey düşünemiyor. Yok yok, geleceği düşünüyor. "Ben şimdi ne yapacağım" diye düşünüyor insan. Kaybettiklerinin ardından, en çok kendimizi düşünüyoruz çünkü, her zaman yaptığımz gibi, "neden gitti"den önce, "ben şimdi ne yapacağım" diyoruz yani.
Her şey laylaylom akıp giderken, "ay çok yoğunum"ların, "fotoğraflarıma baksana seni tag'ledim"lerin, "hangi konsere gitsek"lerin, "bu ay çok sosyalim"lerin arasında birden; o soğuk, o gerçek,o acı tecrübelerle kan kırmızısına dönüyor birden her şey, acı öyle bir renk olsa gerek.

Çok sevdiğim bir arkadaşımı, ağabeyimi, aile dostumuzu, ne desem bilemedim, yine ağabeyim diyeyim, öz ağabeyim olsa öyle yakın olurdu çünkü bize, onu kaybedeli daha bir ay oldu.

Çok bir şey diyemiyorum bu konuda, derim ama olmuyor, yazamıyorum, inanın kıvırdığımı sandığım tek alanda bile yapamıyorum, yazamıyorum, yazamayacağım. Neresinden tutsam elimde kalıyor. Hiçbir şeyle açıklayamıyorum. Yapamıyorum.

Keşke Aziz Başkan'ın tahliyesini görebilseydik birlikte. 2 Temmuz deyince, geçen sene Ölüdeniz'e doğru direksiyon sallıyordum haberi aldığımda, ne üzülmüştük... Ama bu sene... Çıktı diye üzüldük bu sene de. O üzülme öyle üzülme değilmiş, halimize daha çok üzüldük belki de.

O gitti. Onun birkaç gün sonrasında da anneannemi kaybettim.

Benim anneannemle ilişkim anneleri çalışıp da ona anneannesinin baktığı çocuklar gibi olmadı aslında. Derinliğe sahip olmayan, hatta biraz da bana çocukluğumda ufak travmalar armağan etmiş bir anneannem vardı benim. Biraz cehaletinin, biraz inadının kurbanı olmuştu belki de. Ama gene de anneannemdi. Ben de ilk torunuydum. Çocukken ben sosis çok severim diye, evi sosise boğacak kadar severdi beni. Yardıma muhtaç insanlara her zaman elini uzatacak kadar da iyi niyetliydi. Bu yüzden ne olursa olsun severdik birbirimizi... Çok düşkün hale geldiğinde tüm geçmiş önemini kaybetti tabii... Affettim yani ben üzüldüğüm, kırıldığım tüm o günleri. Hiç sevemediğim o memleketin, hiç sevemediğim o rutubetli evine küçükken zorla götürülüyorken, iş hayatı yüzünden araya sıkıştırdığım birkaç günlük bir bayram seyahatinde de yine oraya, onu görmeye gittim. İyi ki gitmişim... Yoksa, onu en son ne zaman gördüğümü bile hatırlayamayacakmışım. İyi ki affetmişim.

Ölümle burun buruna yaşadık işte bu berbat haziranda, aybaşında yaptığımız tüm planların üstünü çizdik, telefonları kapattık, gözlerimizi yumduk. Geçsin diye bekledik. Acının rengi biraz dinsin diye bekledik.. O ara kim ne konuştu, kim kime küstü, kim neyi bekledi, kim kızdı, kim çok mutlu oldu, bilemedik. Herkesin acısı hafif geldi, biraz güldük geçtik, gülemedik de, geçtik öyle diyelim. İnanın ne iş ne güç, ne aşk ne meşk, ne bağlılık, ne gelecek... Evet evet, gelecek de dahil. Bu sefer dahil. Her şey önemini yitirdi. Ya da her şey iki numaraya doğru itildi. Bir numara boş kaldı.

Bu ara rüyalarımda hep onlarla vedalaşıyorum.

Sahip çıkın kimi seviyorsanız.
Elinizle kolunuzla, gözünüzle, her şeyinizle ama, sıkı sıkı tutun, tutunun, hiç gitmeyeceklermiş gibi.

* Görsel, deviantArt'ta Venomer imzalı.