8 Şubat 2012

Istanbul'un kedileri...

Benim kedim Zihni'dir ya :))
Eskiden hiç hazzetmezdim kediden, alerjim olduğundan kelli... Ama sonra sonra, iyice sever oldum, yine dokunamıyorum tabii ama en azından görünce sevinçten sinir krizi geçirebilecek seviyeye geldim. Epey yüksek volümle "ayyyyyyyy cınımmmmmğğğğmm" diye tam kafasına terlik vurulası kadın sesi çıkarabiliyorum, itiraf edeyim ki. Neyse, konumuz bu değil. Konumuz "İstanbul'un kedileri"... Aralık sayısında Touch İstanbul için yaptığım bir haberdi. Çok da iyi güzel bir haberdi... Yekta Kopan, Bahadır Baruter, Bülent Üstün, Alpay Erdem, Haşmet Babaoğlu, Sevin Okyay, Selçuk Demirel ve Semra Can habere görüş vermişlerdi... Yazması çok zevkli oldu. Peki ne demişlerdi? Okuyamayanlar için dev hizmet.... Dı-nı-nı-nıınng! (Not: Güzelce vakit ayırın bunu okumak için, öyle 10 dakikada bitmez)


***Touch İstanbul Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştır***

“Bence İstanbul’un kedileri…”

İstanbul’un en az yedi tepesi kadar meşhurdur, sokak kedileri. Her adım başında karşınıza fırladıklarına bakmayın. İstanbullular için çok değer ihtiva ederler. İçlerinden bazıları uğruna ne hikâyeler yazılmış, ne karikatürlerler çizilmiştir, kimbilir. İşte o yazar-çizerlerin kaleminden İstanbul’un kedi profili…


Şüphesiz ki sokak kedileri için eşi bulunmaz bir şehir, İstanbul. Onlar kadar karışık, onlar kadar hareketli ve “besleyici” bir kere… Belki de bu yüzden ilginç İstanbul’un kedileri: sokakta yaşar, sıcak diye kışın araba tekerleklerinde uyur. Bazısı ayaklarınıza dolanır, sırnaşır, yiyecek verdiğinizde sevinçten çevrenizde fır döner; bazısı ise ne yaparsanız yapın kendini sevdirmez, kaçak dövüşür… En kedisever olan yazar ve çizerler, Touch İstanbul için İstanbul’un kedi profilini çıkardı.
YEKTA KOPAN (yazar,dublaj sanatçısı, sunucu)
Kumkapı’nın masa altı kedileri, dokuz sekizlik duydular mı boyunlarını sağa sola kırarlar


Nota nota gezer sokakları, İstanbul’un kedileri. Cihangir’dekiler caz tutkunudur, bir saksafon sesi duyduğunda kuyruğunu havaya dikmeyenini zor görürsünüz. Ne zaman bir caz standardının notaları yayılsa evlerin yüksek tavanlarına, Cihangir’in kedi ahalisi mırıldanmaya başlar. Akmar Pasajı çevresinde şöyle cayır cayır bir gitar sesi duyduğunda gözlerini kısarak uzakları izlemeyen kediye, kedi demezler bu alemde. Bütün rock albümlerini çıkış yıllarıyla, kadrolarıyla ezbere bilir onlar. Hangi gitarist hangi pedal setini kullanır, hangi basçı penayla çalar hangisi nasır tutmuş parmakla abanır tellere, bir davulcu bir konser boyunca kaç baget kırar merak ediyorsanız, Akmar kedilerine danışmanız lazım. Kumkapı’nın masa altı kedileri, dokuz sekizlik duydular mı boyunlarını sağa sola kırarlar. İnsanoğlu masanın artıklarından çöplenmek için şaklabanlık yaptıklarını düşünebilir bu oynak hallerini görünce; varsın düşünsünler. Güneş geç doğar Kumkapı kedileri için. Az yukarı çıkıp Yenikapı sahiline vurunca, başı önde kediler görürsünüz; dertli bir uzun hava dinlemenin raconu böyledir. Gözler yumuk yumuk, yürekler gümbür gümbürdür. Beşiktaş kedileri marş ritminde yürürler. Patileri nasır bağlamıştır bu yüzden. Ortaköy martılarının kulakları, gün boyu insan gürültüsü, martı çığlığı, güvercin kanatlarının pata patası derken zor duyar hale gelmiştir. Yine de engel değildir bu, protest bir şarkıya eşlik etmelerine.  Bebek sahilinin kedileri biraz daha oynaktır, cıvataları gevşetilmiş gibi patiler havada dolaşırlar. Nişantaşı kedileri oda müziğine öyle meraklıdır ki, dörtlü gruplar halinde gezmeyi adet edinmişlerdir. Grubun önündeki ufak tefek Sarman, istediği orkestrada birinci kemanın notalarında yürüyebilir. Beyoğlu kedileri, slogan atmayı sever. Beyoğlu kedileri, küfretmeyi sever. Beyoğlu kedileri, polis arabalarının sirenlerini bastıracak kadar yüksek çığlık atar gerekirse. Beyoğlu kedileri, özgürlüklerine düşkündür. İstiklal Caddesi dükkanlarından yayılan günün popüler şarkılarını bilirler bilmesine de, akılları aslında özgürlüğü ellerinden alınan notalardadır. İstanbul’un ana sütü emmeden çöplük kenarına bırakılan kedileri, koca şair Ece Ayhan’ın dizelerine saygı duruşuyla “Dudullu’dan tâ Salacak’a koşarak alkışlar, fazla sahipleriyle kuru mama yiyen ev kedilerini.” Onların bildiği müzik, boş midelerin gurultusudur. Banka kredisiyle aldıkları evlerin çevresinde aç kediler görmek istemeyen hanımefendilerin-beyefendilerin, kapıcılarına kiralık katil rolü verip şehir dışına attırdıkları kediler, bitmez bir isyan şarkısı söylerler Beylikdüzü soğuğunda. Maltepe sahilinde bir Tekir’in bıyıkları titreşir, yetmişli yılların Türk filmlerinden kalma bir şarkı, taş plaktan yükselen tarihin sesine karışır. Sultanahmet Meydanında dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin şarkılarını çarpıştırır nice kedi. Kuzey güneye, doğu batıya geçer ilmek ilmek. Yedi tepeye karşılık gelir yedi nota. Ve İstanbul semalarına yayılan her şarkının her notasında bir kedinin pati izi vardır.


BÜLENT ÜSTÜN (Ünlü “Kötü Kedi Şerafettin”in yaratıcısı, Uykusuz dergisi çizeri)

“Cihangir’de bi’ kediye selam verirseniz o da size selam verir”


Cihangir’de devamli alışsveriş yaptığım bakkal amcanın çok  yaşlı bi babası var, hava güzel olduğu zamanlar bakkalın önüne sandalye atıp güneşlenen doksanlık dedeyle muhabbetimden ögrendiğim bilgiye göre Cihangir ve kediler ilişkisinin diğer İstanbul semtlerine nazaran daha bilinir oluşunun sebebi, daha Osmanlı imparatorluğu zamanında Cihangir’e yapılan, İstanbul'un ilk kanalizasyon sistemiymiş. Bu alt yapı çalışmalarından sonra apartmanlarla dolan Cihangir’in, yüz yıllar sonra iyice eskiyen ve yenilenemeyen antika kanalizasyon sistemi yüzünden, tıpkı veba Avrupası gibi semti fareler basmış. Bu yüzden bütün Cihangir apartmanlarına fareleri yakalasın diye kediler alinmiş. Günümüz Cihangir kedilerinin atalari iste bu Osmanli kedileriymiş... Dede böyle anlattı.  Artık evinde fare yakalasın diye kedi besleyen olduğunu sanmıyorum ama yüz yıllar boyu insanlarla içiçe yaşayan Cihangir kedilerinin nesillerce evriminden sonra, insanlarla nerdeyse konuşarak anlasacak kadar kendilerini geliştirdiklerini hissedebiliyorum. Cihangir’de bi kediye selam verirseniz o da size selam verir. Burda İstanbul' un diğer semtlerine nazaran rahat yaşarlar. Kediler de aynı insanlar gibi semtin refah durumuna göre bi hayat tuttururlar, kenar mahalle kedileri daha zayif yapılı, pek sevgi görmeyen, tekmeye maruz hayatlar geçirdiklerinden Gaziosmanpaşa, 500 evler sokaklarında bulup Cihangir’e getirdiklerim olmuştur. İstanbul sokak kedilerinin havalar soğuduğunda tek ısı kaynakları, yeni parketmiş arabalarin henüz sıcak motorlarıyla ısıttığı kaportalarıdır. Hamamda göbek taşına uzanır gibi kaporta üzerinde uyurlar. Hayatıim Kötü Kedi Serafettin gibi Cihangir sınırlari içerisinde geçtiğinden diğer semt kedileri hakkında net bi bilgim olmasa da, kedilerin köpeklere nazaran şehirde daha mutlu yaşadıklarını söyleyebilirim. Kadıköy, Moda, Salacak, İstinye kedilerinin Avrupa yakası kedilerine göre daha stressiz bi hayat sürdürdüklerini biliyorum. Gördüğüm en huzurlu, dingin kedileri Beyazıt Çınaraltı sahaflar çarşısındadır… Kediler ve eski kitaplar arasında garip bi bağ var bence. Nerde bi sahaf dükkanı kedisi görmüşsem sanki ordaki bütün kitapları okumuş, hatmetmiş gibi bilgece, hayatın anlamını çözmüş bakışlarla, eski kitaplar üzerinde keyifli bi meditasyona dalmış hallerine hastayımdır. Onları izleyip severek, belki o dingin hallerinin bana da geçeceğini umarak etraflarında takılmışımdır.


ALPAY ERDEM (Uykusuz dergisi yazar-çizeri, stand-upçı, gezgin)

“İstanbul’un kedileri hep bakımlı, hep süslü gibi”


İstanbul’un kedileri sevgilisinden yeni ayrılmış kız gibi. Hep bakımlı, hep süslü gibi. Bunu nasıl beceriyorlar hiç bilmiyorum, fiziken ve ruhen çökmüş tek bir kediye bile rastlamıyorum. Bisikletimle ne zaman Beykoz'a gitsem yemeğimi kedilerle paylaşıyorum. Yollarda yavru kedi gördüğüm zaman onları sevebilmek için kırk takla atıyorum. Çocukluğumdan beri kuş beslediğim için evimize henüz sokamadık kediyi ama onun da bir çaresini bulacağım gibi.


HAŞMET BABAOĞLU (Köşe yazarı)

“Kadıköy’ün kedileri hard rocker havasındadırlar ama en sevdikleri ahbapları gitarcılar değil, ciğercilerdir”


Bana “İstanbul’un en çok nesini seviyorsun?” diye sorduklarında biraz düşünüp taşındıktan sonra Sultanahmet’i, Beyoğlu’nu, Kadıköy’ü saymayı adet etmiştim. Sonra “vapurda martılara simit atmanın neşesi”nden veya “Mısır Çarşısı’nda bir öğleden sonranın güzelliği”nden söz ettiğim oldu. Gece yarıları şehrin en alakasız mahallelerinde dolaşıp büfelerinde çift kaşarlı tost yaptırmanın garip keyfini el üstünde tuttuğum yıllarım da oldu. Geçti artık bütün bunlar! Şimdi bu soruya hiç duraksamadan “İstanbul’un en çok sokak kedilerini seviyorum” diye cevap veriyorum. Sokak kedilerinin alımını, çalımını ve hayatımıza kattıkları rengi başka hiçbir şeye değişmem. O yüzden çöp konteynırlarına eşsiz sanat harikaları gözüyle bakıyorum. İçlerinden birdenbire pembe bir burun ve bir çift bal rengi göz çıkıyor ve “burada karnımızı doyuracak bir şeyler arıyoruz, sen işin dalgasındasın” der gibi bakıyor ya bana…

Ortaköy’ün kedileri pek bıçkındırlar; façaları ve kafaları hafifçe bozuk olur.

Kadıköy’ün kedileri hard rocker havasındadırlar ama en sevdikleri ahbapları gitarcılar değil, ciğercilerdir. Bazı Beyoğlu kafelerinde içerdekilere hiç aldırmadan kurulduğu koltukta saatlerce uyuyan kediler vardır.

Aksırarak uyanıp derhal yalanmaya başlamalarına bayılırım. Adalardaki kedilerin gözlerine sakın kışın bakmayın! Üzülürsünüz. “Yaz boyunca beni sevdikten sonra bırakıp giden vefasızı tanıyor musun?” diye soran çok kırgın ve yalnız gözlerdir. Uzun lafın kısasını tanınmış mistik Gurciyev söylemiştir: “Varoluşun sırlarını anlamak için arasıra durup hayvanlara bakmalıyız.”

Ben sokak kedilerine bakmayı öneriyorum.



BAHADIR BARUTER (Penguen dergisi çizeri)

“İstanbul'un sokak kedileri Paris'tekilerden biraz daha şanslı”




Bu şehrin kedileri ürkek ve şaşkındır. Çünkü istanbul tehditkâr, kalabalık ve tekinsiz bir şehirdir. Ayrıca bu şehrin kedileri mutsuzdurlar da demek isterdim ama bence bütün şehirlerin bütün sokak kedileri aynı derecede mutsuzdur neticede. Öyle ya, kedilerin sadece ev kedisi olmayı başarabilmişleri mutludur. İstanbul'un ev kedileriyle Paris'inkiler arasında bir fark yoktur bence. Farklılık sokaklarda gösterir kendini. Ve belki İstanbul'un sokak kedileri Paris'tekilerden biraz daha şanslı sayılabilirler. Zira büyük olasılıkla çok daha zengin bir çöp menüsüne sahiptir istanbul sokak kedileri.



SEVİN OKYAY (Gazeteci, yazar, eleştirmen)

“İstanbul’un kedileri, insanlara notlarını vermiş, hayatta kalmayı ilim edinmiş kedilerdir”




İstanbul’un kedileri dediniz mi, onları “benim kedilerim” diye tarif ederim. Çünkü benim kedilerimin hepsi, hatta artık bizi bırakıp gitmiş olan Van babalı Dodi ile Şapşi bile, sokak kedisiydi. Marme, üç küsur yıl bahçede yaşadı, Duman ile Rengin'i bahçeye bıraktılar, Cincin'i Pet Shop'tan aldım. Makbul tanımla “cins” değillerdir, yani. Onun için sokak kedileri bana çok yakın bir kabiledir. Bizim ev halkının, ev bulamamış hali. İstanbul kedileri de bence bir şekilde şehrin zengin tarihi ve kültüründen, hatta belki de Bizans oyunlarından nasiplerini almış durumda. Eski Dünya kedileri onlar, ama modern uyanıklıklara da vakıftırlar. İnsanlara notlarını vermiş, hayatta kalmayı ilim edinmiş kedilerdir. Öyle olmayanı da yaşayamıyor zaten, sokak kedilerinin ortalama ömrü iki yılmış. Bahçedeki kedilerin bu ortalamayı aşmasına gayret ediyoruz. Beni yadırgamayan, ama gene de okşama meselesine itibar etmeyen arkadaşlar. Şehirlerin, o şehirde yaşayan kedileri de bir ölçüde biçimlendirdiğini düşünürüm, bu yüzden benim olmayan bir şehirdeki kedileri, “Ankara kedisi”, “Bursa kedisi” vb. diye çağırırım.



SELÇUK DEMİREL (çizer)

“Onlara yaklaşmayı denerseniz, her an kaçmaya hazır ve tetikte olurlar”




Cihangir’deki sokaklar, biçimleri, inip çıkmalarıyla ve daha çok adlarıyla beni hep eğlendirmiştir. Sağıroğlu Sokağı’nı merdivenlerden inip, Kazancı Yokuşu’nu bir iki metreyle geçip, yine merdivenlerden çıkarsanız, bu merdivenli sokağı, sağlı sollu kesen ilk sokak “Pürtelaş Sokağı”dır. Burada da oraya buraya saçılmış oynayan çocuklar, patlamış çöp torbaları, yemek artıkları, devrilecekmiş gibi duran çöp bidonları vardır. Ne için ve ne zaman açıldıkları belli olmayan yol kenarındaki çukurları da eklemek gerekli mi bilmiyorum bu manzaraya. Çöplerin daha çok bidonun dışında bir yığın oluşturduğu bu çöplükte; bidonların içinde, dışında, yanında, uzağında sayamayacağınız sayıda kediler görürsünüz. Bunlar değme pop-art renkçilerini kıskandıracak renkli hayvan bilimleriyle uğraşanları da şaşırtacak kadar çeşitli “cins” karışımlarına uğramışlardır. Bu kediler, hepsi de birbirinden aç, birbirinden zayıf (hepsi değil) ve birbirinden daha rengârenktirler. Onlara yaklaşmayı denerseniz, her an kaçmaya hazır ve tetik, sokakların ismiyle büyük bir uyum içinde, yoğurt ya da salçaya bulanmış ve pürtelaş bakışlarıyla sizi izleyeceklerdir.





SEMRA CAN (Penguen dergisi çizeri)

“Bi semtdeki kedilerin psikolojisine bakarak, o semtte oturan insanların psikolojisini çözmek mümkün”



Pek memleket bildiğimden diil ama, küçük şehir kedileriyle kıyaslarsam, İstanbul kedileri daha cesur, daha kurnaz ve çok daha oyuncudur diyebilirim. İnsan sarrafıdırlar. Hangi insandan uzak durmalı, hangi insanın evine kapak atmalı çok iyi bilirler. Bi taraftan da aslında İstanbul kedileri semtlere göre değişiyor. Bi semtdeki kedilerin psikolojisine bakarak, o semtte oturan insanların psikolojisini çözmek de mümkün gibi. Sakin bi semtte yürürken bi kediyle göz göze gelsen, koşa koşa yanına gelir muhabbet eder, kendini sevdirir. ama bi başka semtte “ne bakıyosun lan!” diyebilir, korkup kaçabilir. Geneline bakarak diyebilirim ki İstanbul kedileri iyidir, beyefendidir, hanımefendidir, minnoştur, eve çok yakışırlar. Benim iki kedim de (miço ve fıçı) İstanbul kedisidir.



***Touch İstanbul Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştır***