29 Ocak 2012

Hangisi gecenin en parlak yıldızı?


** Touch İstanbul Şubat 2012 sayısında yayınlanmıştır***
“Ben!” diyor biri, “hayır şapşal, ben!” diye iteliyor onu bir diğeri. Rekabet duygusu, boks ringinde kanlı bir maça sahne oluyor. Peki ya sonra?



Dot’un yeni oyunu “Süpernova”da sahne, bu kez görünmez iplerle çevrili bir boks ringi. Biz seyircilerse, boks ringi etrafına dizilmiş, sanki az sonra kanlı bir boks maçı seyredecekmişiz gibi sıralanmışız, Dot’un Maçka, G-Mall içinde bulunan yeni mekanı dotmarsta’nın simsiyah salonunda. Biraz sonra tepemizdeki spotlar yanacak ve hafif üşümelerimiz geçecek, hayli hareketli dakikalara tanık olacağız ve biz de onlar gibi yavaş yavaş ısınacağız…


“Hayat, biz gecenin en parlak yıldızı olmaya giden saplantılı yolda ilerlerken, o yolculukta, o dakikalarda, o esnada oluşur… Fikirlerin havada uçuştuğu ve insanların kendini pazarladığı bir dünyada yaşıyoruz” diyor, “Beautiful Burnout/Supernova”nın yazarı Bryony Lavery. Lavery’nin kaleme aldığı oyunu, Dot oyuncuları Pınar Töre ve Tuğrul Tülek Edinburgh’ta izlemişler ve döndüklerinde oyunu bambaşka bir çeviri ve rejiyle sahneye koymaya karar vermişler. Her şeyi sıfırlamışlar. Heyecanlıyız.



Murat Daltaban’ın yönetmenliğini yaptığı oyun birbirinden hırslı beş genç boksörün ideallerine ulaşma çabasını anlatıyor. Eski önemli boksörlerden Bobby Burgess rolünde, usta tiyatrocu Ünal Silver var. Bobby Burgess astığı astık, kestiği kestik bir antrenör. “Burada demokrasi işlemez! Burası krallıkla yönetilir, kral benim, benim sözümü dinleyeceksiniz!” diye bağırdığı anda, hırs küpü beşli muma dönüyor, evet, orada kral Burgess. “Ya beni dinlersiniz, ya da çekip gidersiniz!”


Cemil Büyükdöğerli, beşli içinde en hırslı olan boksör Ajay Chopra rolünde. Çoğu zaman antrenörünün sözlerini dinlemiyor, kafasına göre takılmak istiyor. “Bak, yeni bir şey buldum!” diye heyecanla atılıyor mesela, ama krallıkta çok heyecan da sökmüyor. En sonunda ekipten kovuluyor, Chopra: “Ama ben en iyisiydim!” diye sızlanıyor giderken. İntikamı acı olacak belli ki.


YENİ ÇOCUK SALONA GELİR VE…

Pınar Töre, aralarındaki tek kadın boksör Dina Massie rolünde. Replikleri bir hayli ağır. Arada atarlanmaları, sert bakışları, ağzına doladığı ağır küfürleriyle ringin en haşin karakteri belki de. Ailesinden göremediği şevkatin, hatta yaşadığı travmaların yerine, boksun kanlı dünyasını tercih etmesi tesadüf değil. Lise yıllarında başına gelenleri anlatırken biraz yumuşuyor: Ne felsefe kulübü kesmiş Dina’yı, ne de tiyatro… Tüm önerilere kulaklarını tıkamış. O, yalnızca kum torbasını yumruklarken kendini buluyor. “Bana bulaşmayın!” diye tıslıyor dişlerinin arasından. Dövmeleri göz alıcı. Pınar Töre kan ter içinde hayat veriyor Dina’ya, hakkını teslim ediyor rolün. Dina hep antrenörünün gözüne girmeye çalışıyor ama cinsiyeti, onu bir numaradan mahrum bırakıyor. Hep gölgede kaldığını hissediyor, biraz küskün, bu onu daha da hırslı yapıyor. Emre Yetim’in canlandırdığı Ainsley Binnie de öyle, arka planda kalınca üzülüyor, küsüyor, neden şampiyon olamadığına yanıyor.


Aktüel'de de röportajın tamamını yayınladık
Yeni çocuk geliyor bir gün salona, adı Cameron Burns. Alevler içinde yanıyor alnı yüzü, taze, gencecik bir boksör. “Şampiyon olacağım” diyor, başka bir şey demiyor. “Bir boksörü ilk 3 dakikada, yo hayır ilk saniyesinde tanırsınız” diyor antrenör Bobby, “bu çocuk kesinlikle bir boksör.” Cameron, doğuştan gelen yeteneğinin farkında. Çaylak muamelesi görüyor başta ama çabuk alışıyor ekibe. Ekip de onu seviyor. Dina’yla birlikte salonda iki başlarına kaldıkları bir akşam, duyguları havada uçuşuyor. “Benimle bir yemek yer misin?” diye soruyor Cameron Dina’ya, “Hayır” diyor Dina. “Çok çalışacağım ve bir gün çok zengin olacağım, bir kamyon dolusu param olacak, o zaman benimle çıkmadığına çok üzüleceksin!” diyor Cameron. Önce sert küfürler eden Dina biraz olsun yumuşuyor, ama teslim olmuyor. Hiçbir şey istemiyor Dina çünkü, kalbi de zihni de yalnızca boks yapmak için çalışıyor. Dina’nın dans gösterisi sonrası soyunduğu sahne de oyunun çarpıcı karelerinden biri. Medeni cesaret, evet, oyunculuğun olmazsa olmazı, Pınar Töre’nin “biz sahnede kendimizi daha mutlu, daha tatmin edilmiş hissediyoruz. Ama oyuncuyuz, her şeyi oynuyoruz, işimiz bu” derken ne demek istediğini izlerken anlıyoruz.




BÜYÜK MAÇ, ZORLU RAKİP  

Kovulan Ajay Chopra, şimdi büyük maça hazırlanıyor. Neil Neill, Bobby’ye göre aralarında en iyisi. Maça hazırlanırken, başına olmadık bir talihsizlik geliyor… Artık oyunda yok. Meydan Cameron’a kalıyor.

Bu, Cameron’un kendini milyonlara göstermesi için müthiş bir fırsat. Berrak Kuş, Cameron’un annesi Carlotta rolünde. Oğlunun yeteneğinin farkında, ağzı burnu dağılacak diye ödü kopuyor. Ama ne yapsın, Cameron boks ringinde nefes alıyor sadece… İzlemekle yetiniyor. O da hırslanıyor. Oğluyla gurur duymak istiyor, en sonunda duyuyor da, ama…


Oyunun finalini söyleyerek sürprizini kaçırmayalım. Ancak şu notları unutmadan ekleyelim. Boks ringinde geçen hikâye bulunmaz bir hint kumaşı değil, evet. Hırslı boksörlerin bazen gündelik dille çok örtüşmeyen, buram buram “çeviri kokan” diyalogları kulağı iğneleyebiliyor. Bu, orijinali başka bir dilde olan oyunların Türkçeleşmesinde yaşanan genel bir sorun zaten, izleyici gerçeklikten çıkıp birden her şeye yabancılaşabiliyor. (Belki de bu yüzden dili Türkçe olan bir oyunla kıyaslamamak lazım.) Dolayısıyla hikâye sizi çok çarpmazsa şaşırmayın. Ancak “Süpernova”nın prodüksiyonu için Dot ekibini açık yüreklilikle kutlamak gerekiyor. Gerçekten, Türk tiyatroları içinde neden birkaç tanesinin adını ezber ettiğimizin, tüm oyunlarına gitmek istememizin bir çeşit cevabı “Süpernova”nın görkemli prodüksiyonu. Tıpkı bir film karesi gibi, ağır çekimde atılan yumruklar muhteşem, özellikle bu sahnelerin ışık tasarımı öyle başarılı ki, gözlerinizi bir an olsun sahneden alamıyorsunuz. Sanki üç boyutlu bir filmin kare kare yavaşlatılmış sahnelerini izler gibi nefessiz kalıyorsunuz. Uygur Yiğit’in el attığı müzikler harika. Ekip, altı ay boyunca Tan Temel ve Sernaz Demirel’den dans dersleri almış, dolayısıyla hem yumruklar estetik bir şovla rakibe atılıyor, hem oyuncular kırk yıllık dansçılarmış gibi arz-ı endam ettiklerinde bir oyun değil de, dans gösterisi izlermiş gibi hissediyorsunuz. Başta söylediğimiz gibi, onların enerjileri çalkalanmış bir kutu kola gibi, sizi ısıtmaya ve heyecanlandırmaya başlıyor. Neredeyse atılıp siz de onlarla birlikte dans edeceksiniz.


Dot ekibi, bir buçuk sene boyunca boks dersleri almış ve gerçek birer boksör gibi disipline olmuş: “Oyunu çalışırken de ulaşmaya çalıştığmız bir hedef vardı. Ve bu hedef uğruna hem fiziksel hem zihinsel hem de psikolojik olarak epey acı çektik. Kendimizi tekrar onarıp tekrar döndük ve oyundaki çocukları artık çok iyi anlıyoruz” diyor, Tuğrul Tülek. “Boksun şöyle de bir riski var. Gencecik çocuklar olmalarına rağmen bu cesareti gösteriyor bu çocuklar ve ölüme kadar gidebilecek sakatlanmalar yaşayabiliyorlar. Ama bu aynı zamanda bir spor. Bu insanın neler verebileceği, hayalleri için neler yapabileceğini, nasıl bir konsantrasyon içine girmeleri gerektiğini gösteriyor” diye de ekliyor, Emre Yetim. Ekip çalışırken boks derslerinin yanı sıra boksla ilgili tüm belgeselleri, filmleri, maçları izlemiş. “Nakavt yumruğu yenince neler oluyor iyice anlamamız lazımdı” diyorlar. 


Bize soracak olursanız, oyunun iki yıldızı var. Biri, Cameron Burns rolündeki genç oyuncu Hakan Kurtaş. Onu ekranda “Bir Çocuk Sevdim” dizisindeki Sinan olarak hatırlıyor, izleyiciler. Bu belki Allah vergisi, belki de eski bir sporcu bilemeyiz ama kondüsyonu ve vücudunu kullanışı o kadar iyi ki, tek başına olduğu sahnelerde de oyunu sırtlayıp götürüyor. Oyunun diğer parlayan yıldızı da, tıpkı hikâyedeki gibi, Ajay Chopra rolündeki Cemil Büyükdöğerli. Büyükdöğerli’yi ekranda birçok dizide, yarışmadan tanıyoruz, ama en çok Şahan Gökbakar’ın tv8’deki dönemlerinde karşısına geçip onunla tartışma programı sunan “Fahrettin” karakteriyle anımsıyoruz, galiba. Büyükdöğerli, Dot içindeki ilk oyunlarında dikkat çeken ufak tefek kilolarından kurtulmuş, spor yaptığı süre boyunca özellikle kollarına çalışmış, kas yapmış. Tüm oyuncular zaten bu süreç sonunda fit, ancak Büyükdöğerli’deki hayret verici değişim için açıp eski fotoğraflarına bakmanız gerekiyor.


Sözün özü, “Beautiful Burnout/Supernova”, sezonun en dikkat çekici oyunlarından biri, izlemeden geçmeyin.

Yazının dergideki sayfasına http://www.go-dot.org/press/touchistanbul20120201.html adresinden bakabilirsiniz.

** Touch İstanbul Şubat  2012 sayısında yayınlanmıştır***