15 Kasım 2011

Dinle(ye)meyecekseniz ziyan etmeyin!

Grubun konseri 21 Kasım'da Babylon'da

Neyse'nin kendi adını taşıyan ilk albümünün şarkılarını sallıyorum kulağımdan aşağı bugün. 

Şöyle anlatayım.
Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam"ı, yakın zamanda okuduğum için kendimi biraz suçlu hissettiğim, "daha önce kafam neredeydi bunca yıl okumadım" dediğim bir başyapıt. Atılgan'ın sözlüklerde uğruna başlıklar açılmış ve altı doldurulmuş ünlü "sinemadan çıkmış insan" tespitini bilirsiniz. 


Alıntı yapayım:

"(...) İki saat sonra kalabalığın içinde, sinemadan bir dar sokağa çıkan sanki başka birisiydi. düşünüyordu: 'Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona birşeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.' Saatine baktı: dört buçuğa beş vardı. 'Eve gidip okusam.' Durağa yürüdü. 'Bunları kurtarmanın yolunu biliyorum. Kocaman sinemalar yapmalı. Bir gün dünyada yaşayanların tümünü sokmalı bunlara. İyi bir film görsünler. sokağa hep birden çıksınlar...' Kafasından geçene güldü. duraktakiler dönüp baktılar. Kadının biri kaşlarını çattı. Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu. 'Ne adamlar be. güldüysem güldüm, size ne?' Duramadı orda, yürüdü. Eve gitmeyecek. İçindeki sinemadan çıkmış kişiyi öldürdüler. Sağ kalan sıkıntılı, kızgın (...)"

Neyse'nin albümünü dinlediğim an, aklıma gelenler bunlar oldu. Tıpkı sinemadan çıkmış insan gibi, kendimi "dünyayı değiştirebilecekmişim gibi" hissettim. Dinlediğim şey "bana bir şey" yaptı. Sanki çok büyük işler yapacakmışım gibi hissettim. Bir süre sinsi gibi beni aralarına alıp eritecek 'hayat gailesi'ne karşı direnebileceğimi, bilenebileceğimi hissettim. Sadece birkaç dakika bile olsa bunu hissedebilmek güzeldi. "Hoparlörden dinletip önce tüm dergiyi, sonra tüm binayı, sonra Ihlamur'daki bu sokağı etkisi altına alsa şu şarkılar" diye geçirdim içimden. "Yok deve", dedim hemen arkasından. "Ihlamur'u bilmem ama, bahar şenliği olsa bizim okulun deniz kenarındaki afilli bahçesinde, orada olurdu bak." Vazgeçtim sonra yine. "Bana ne ya. Bana kalsın" dedim. Öyledir ya, gerçekten çok sevdiğiniz ve dinlediğiniz şeyi ancak çok yakın bir-iki kişiyle paylaşasınız gelir, o da şarkılar üzerine yorum yapabilmek, "a bak şu beni çok iyi anlatıyor" demek içindir. Şarkıyı iyi okumayacak adama yollamayışınız bundandır, iyi dinlemeyenlerle ziyan edilmez böyle şeyler, tek bir tık bile birkaç baytı yoracaktır ne de olsa. Yollamazsınız o zamanlar. Çünkü bilirsiniz ki, paylaştıkça değil de dinledikçe çoğalırsınız aslında. Paylaşmak insanidir, çoğalmak da "kalb-i". 

Biz de şöyle yaratıklarız: biz müziği yazarız. Ne saçma, düşününce değil mi? Müzik bu, yazılır mı? Ama öyle. İçimizden geçendir çünkü kulağımızdan geçenler. Ne kadar yazsak az gelir. Bu da bizim için "kalb-i"dir çünkü. Birkaç göz okuyor da dinliyorsa ne alâ diye seviniriz, merak ediyor da onlar da birkaç kıymetbilene "bak!" diyorsa diye mutlu oluruz. Hastalıklı bir şey bu tasvip ediyor değilim. 


Al bak nasıl bir hastalıksa, dayanamıyor ve yazıyorum.
Neyse, bu ara dinlediğim en güzel "şey."

O "şey"in ucundan ilk "Hokkabaz" klibiyle tuttum, çektim uzasın istedim. Sonra 9 şarkı birden geldi. Ama çok kısa geldi. Çaldıkça, daha anlatsın diye gözünün içine baktığınız büyük teyzeniz gibi oldu şarkılar. O anlattıkça gözler açıldı, nefesler sıklaştı. Çaldıkça öyle geldi bana, hemen bitmesin istedim, bitmesin, dönsün dönsün dönsün bitmesin.


Çok etkilendim. Çünkü'sü şöyle, bir "şey" edebiyatla ne kadar ilgiliyse o kadar renkli, o kadar dolu dolu, o kadar bitmek bilmez ve o kadar akılda kalan ki. O ney'se işte... Her "şey" olur o. Bu kez müzik. Bu kez bu albüm. Okuduğun kadarını yazıyor, yazdığın kadarını çalıyorsan senden daha büyük olmuyor işte o zaman.

Neyse çaldıkça nasıl etkilenmesin -önce- bir dinleyici, -sonra- bir okur-yazar? 
Okudukça yazmış, yazdıkça çalmışlar işte. Öyle dan dan dan dan diye orta yere de değil üstelik, fıstık gibi de çalmışlar, "bunu da biliriz ayıbeddin" diye çalmışlar adeta. Burada söz bana düşmez, ahkam kesmek bana düşmez, işte öyle çalmışlar. Diyelim ki gaflet içinde kaldınız ve sözleri hiç sallamadan dinlediniz, sound olur, vokaller olur, sırf kulağınıza bile çalınsa olur...

Bazen öyle çok şey dinlemek zorunda kalıyorum ki, yılıyorum, o kulaklıklar kemiriyor içindeki çekiç-örs-üzengi'yi, anlatamam size çileyi. Yığınlara boş gözlerle bakıp, çay-kahve-çay-kahve içip hemen unutmak istiyorum tüm o çalanları. Hemen unutmak. Eski "gönül teli titretenlere" basmak. Ne anlatıyorsa eskiler anlatıyormuş gibi, ne yazmışsa eskiler yazmış gibi. 

Neyse'yi dinlerken dilimi yaktım, öyle bir içtim ki kahveyi... Heyecanlandım yahu. "Yooo" dedim, "Yeniler de yazıyor al işte." Epey heyecanlandım. Hemen içlerinden birkaç şarkı tutayım istedim. "Benim şarkı şu!" diye birine anlatayım istedim. 

 
"Aydınlık" en sevdiğim galiba: "Aydınlık esaretim bana kâfi iken, öksüz mazi kere haksızmış aslında/ Hatrına gelmez cüret ve asalet baki iken, aklın yarın kere haksızmış aslında".

"Hokkabaz"ı dinlerken tek bir sima geliyor gözümün önüne, gitmiyor da: "..Alemdeki o tek bilene sorsam/ Sarılsam belki esneyip bağdaş kurar/ Böylesi tantanayla/ Olsa olsa bu meczup bir takar/ İki takar, kibrit çakar."

Özdemir Asaf'ın "Şimdinin" şiirini refere etmiş olan "Siyah (Esved)" ağır şarkı: "İsyan olmuş, deprem olmuş/ Yuvam, sevenim, annem siyah almış, melek olmuş, sağır/ Mahrum her sözüm çığlık, feryat, figân olmuş/ Gül canım kızım, siyah halinden sorumlu var" 

Uzun lafın kısası... Göndermeler, kartonetteki referanslar (sırf Judith Butler'ın "Kırılgan Hayat"ı bile şarkıları sevmeye yetermiş aslında) alıntılar, edebiyatla olan tüm bu haşır-neşirlik sıradan bir dinleyiciye göre değil. Gerçekten entelektüel bir dinleyici olmanız, yeniden okumanız, yeniden dinlemeniz gerekiyor. Dinlerken bir yandan eksik hissetmeden edemiyorum. Hep bir geç kalmışlık hissi diyelim, "bugüne kadar bunu nasıl fark etmedim" dediğimiz o çok iyi kitaplar gibi, Neyse'nin albümünü dinlemezseniz eğer, birkaç yıl sonra hissedeceğiniz şey bu türden zira: Bugüne kadar nasıl denk gelmedim?



Bu yazıyı okuyup denk geldiyseniz ne alâ. Ama şunu ehemmiyetle eklemek isterim. Neyse'yi gerçekten dinlemeyecekseniz, hiç boşuna ziyan etmeyin. 

Neyse- "Hokkabaz"