31 Temmuz 2011

Görüşmeme hakkı

"ben" diyordu şarkısında gaga, "seniynen gonuşaman şoan!" (*)
Hararetli hararetli bir şey konuşuyoruz masada. Tam mevzunun en canalıcı bölümünde telefon çalıyor. Cevap verene kadar konunun asidi kaçıyor, masanın zaten dağınık olan dikkati iyice dağılıyor, birkaç kişi kalkıyor, telefonu kapatınca da konu neydi unutuluyor.

İşte deyim yerindeyse "pic" olan "muhabbet" buna deniyor.


nerede o eski ankesörler, alooo? (**)
Bazen dergicek kantinde pineklerken bu tip şeylerden konuşuyoruz. Mesela, gazeteci olduğumuz için sanki çalan her telefonu açmak zorundaymışız gibi. Ya da sanatçıyı bizzat aradığımızda o hiçbir telefonumuzu açmak zorunda değilmiş gibi. Sanki tüm PR'cılar biz aradığımıda masalarında kıt'a dur! vaziyette beklemek zorundalar... İzinde de olsak patron aradığında açmak, en azından tez vakitte geri aramak gerekir... Her arkadaşımızın, en azından çok yakın olanların telefonunu bekletmeden anında açmak, onun maruzatlarına vakıf olmak, dertlerini dinlemek ve gerekli noktalarda müdahale etmek de tabii..

"Oysa" dedi Hakan, "görüşmeme hakkımız var."

Hakan yayın yönetmenim. Diyor ki, "'görüşmeme hakkı' diye bir şey var." Yani istemezsek, o telefonu açmayız. Canımız ne zaman isterse o zaman geri ararız ve zaten çok önemli bir şeyse mutlaka duyarız.
"Bazı insanlar telefonlarını öylesine açmaz ki, bu davranış onunla özdeşleşir, bir süre sonra 'ya arasam da açmayacak ki nasolsa' fikri kafamızda öyle sabitlenir ki, başka yollar denemeye başlarız." Hakikaten de öyle değil mi? Onu direkt iş numarasından, evinden aramaya çalışırız. Gerekirse kapısına dayanırız. Peki bulur muyuz?

Evet. Buluruz.
Bir insan bulunmak istiyorsa, bulunur elbet. Nasıl arayacağınız size bağlı.

Ben aslında "görüşmeme hakkı"nı kendimde uzun süredir görüyor değilim, doğrusu. Sohbetin en harlı anında telefon açmaktan muzdaribim, aslında. Telefonda üzgün birini en olmadık anda teselliye davranmak, çenesi yerlerde sürünen arkadaşlarımla hiç canım istemediği halde geyiklemek zorundaymışım gibi hissederim çoğu zaman. Hiç açmak istemediğimde telefonu sessize alıp görmezden geldiğim nadirdir. Gene de telefonu masanın üzerine koyma alışkanlığım olmadığı için aramaları kaçırır, kaçmış telefonları çok sonra görür ve hiç istemediğim halde "ayıp ederim". Geri arayacağımı söyleyip unutmuşluğum da çoktur. Bu nedenle bana telefon eden insanlar genellikle benim "vefasız" olduğumu düşünür.

Beni olduğum gibi kabul edenler nadir. Bunu yeni fark ettim sanırım... En iyi, en sağlam arkadaşlıklarım da beni olduğum gibi kabul eden ve bir parça da bana benzeyenlerle kuruluyor, sanırım.

Yani aklı dağınık, teknolojik anlamda beceriksiz ve düzensiz.

Arasam duymazlar. Mesaj yazmayı sevmezler. Uzun zaman görüşmediğimiz olur, ama görüştüğümüzde sanki böyle bir şey hiç yoktur. Birbirimizin her şeyini bilmeyiz. Her şeyi anlatmayız, gerekli yerlerde özet geçeriz. Facebook'tan mesajlaşmayız :) Ve tabii- birbirimizi asla "dürt"meyiz!

Bugünkü "light" yazı sonrası hiçbir yazı müziksiz kalmamalıdır diyerek, buyrun, bu ara bir çaldım mı 500 kere daha çalmak zorundauymışım gibi hissettiğim, en çok dinlediğim dörtlü.

Deftones- Do You Believe (The Cardigans cover)



Butch Walker& The Black Widows- In Bloom (Nirvana cover)


Charlie Watson- Like A Hobo


Kasabian- Switchblade Smiles


(*) devianArt'ta battlefate'e ait görsel.
(**) deviantArt'ta Goblinue'ye ait görsel.