6 Nisan 2011

Odyofiller aşkına!

Ludwig van Beethoven da olsa...
Kulaklık benim yaşama sebebim!

Tamam abartıyorum. İnsanın yaşama sebebi bir eşya olmamalı. Ama kulaklık benim için bir eşyadan fazlası! Ben mi ona sahibim o mu bana, hep bulanık. (Fight Club devriyesi: çekilin, tespit var!) Bulanık olması güzel. Bu durum güzel diye, daha da şahlanarak bağlıyım ben ona. Kulaklık yaşama sebebim değilse bile, yaşama sebeplerimi oluşturan her şeyin yanında, içinde, en azından küçücük bir köşesinden tutunarak yine o özne, sıfat ve nesnelerin bir köşesinde. Ufacık da olsa. Zerre kadar da olsa.




Bugün, işin eğitimini almak istediğini fark ettim. Şarap içerken birden, "ya dur bunu koklamayı, tatmayı öğrenmeliyim, bugüne kadar bilmediğim hata!" deyip aydınlanmak ve bir gün geldiğinde degüstatör olmak gibi. Bugün ben, neyi neyle dinlemem gerektiğini, hangi şarkıyı ne koşullarda duyup, dinleyip, öğrenip, ezberlemek ya da koşarcasına kaçmak istediğimi ancak bu şekilde kavrayabileceğimi fark ettim.

Evin içini görmeniz lazım. Her yerden bir kulaklık sarkıyor. Dilek ağacı gibi, irili ufaklı, marka marka, renk renk kulaklık... Eskiyip püskümüş, kimisi bir yerlerden hediye gelmiş, kimisi kıyıda köşede kalmış bir sürü kulaklık. Kimbilir hangisiyle hangi şarkı ezberlenmiş... Üzerlerinde bir düğme olsa, ona bassak, hikayelerini anlatmaya başlasa ne komik olurdu.

** "Ben, Fındıklı yolunda okula giderken dinlediğin o Placebo albümünün kulaklığıyım. Hatırlıyor musun, o zamanlar diskman vardı. 60 dolar vermiştin, öğrenci harçlıklarını biriktirip. Diskmen ne kıl bir şeydi! Neyse bunu sonra konuşuruz."

** "Merhaba, ben lisede tarih dersinde sıkılmamak için okul formana gizlediğin, hırka içinden geçerek gizlice müzik dinlemene yarayan kulaklığım. Uzun zaman oldu görüşmeyeli... Sayemde Metallica'yla tanışmıştın. Gerçi o 93 konserine gidemedin diye biraz küs gibiydin ama..."

** "Selam. Ben ilk kulaklığın. Şu Barış Manço'nun '24 Ayar' kasetini dinleyip ezberlediğin. Walkman'inin ilk kulaklığı. 'Lahburger'i çok severdin sen.. Aslan yürekli burger! Hahaha... Unutma beni."

Ama en iyi hikayeyi hangisi anlatırdı derseniz, Sennheiser HD 202 anlatırdı, evet. En güncel olanı. En yorgun olanı. 5 ayda kulaklardan biri gitti. Bir gün, mp3çalarımda Model'in yeni albümüne bakayım derken fark ettim. Dünyam karardı diyebilirim size. Dengemi kaybettim. Yürüyemedim bir süre. Gerçekten çok üzüldüm. Sonra dün, bir tesadüf, Cenk Turanlı söyledi sağolsun. "Metan'a gideceksin" dedi. "Gümüşsuyu'nda. Devres Han.  Bu işin uzmanı onlar." Hemen gittim tabii. İnanılmazlardı. "Senin kulaklığın eğer ona iyi bakarsan, 5 yıl seni idare edebilir." Eskiyi alıp, aynı modelin hemen yenisini verdiler. İnanamadım. "5 ayda bozmanızı mümkün değil, hele sizin kadar kulaklığına düşkün biri..." Yeni paketi sıkı sıkı tutuyordum, mutluluktan uçuyordum!

Benim gibi manyaklara verilen bir isim var. Odyofil. Yani, audiophile. Latincede "audio" bildiğiniz "i hear", "phile" de "loving"i karşılıyor. Müziksever. Duymanın hastası. Dinlemenin müptelası! Ben demiyorum, Oxford sözlük diyor bunu. Bir de sözlükte olmayan bir anlamı daha var odyofilliğin. Kabaca söylüyorum: parayı ekipmana gömmek! Bası tizi ilmek ilmek ayırt eden, doğadaki sese en yakın çalan, yeterince hassas, yeterince güçlü olan ve takdir edersiniz ki yeterince pahalı olan!

Bu nedenle fena. Kaybolmak istiyorum Sennheiser'lar arasında. Metan'ın satış bölümüne de uğrayıp orayı dağıtmak istiyorum. Eve perde taktırmak kadar mühim benim için iyi bir ses sistemi almak. Bu nedenle, çok para lazım çooook!

Özetle, bugün mutluyum çok! Ona yeniden kavuştum.

Bir gün Sennheiser'ımın düğmesine basacağım ve şöyle diyecek:

** "Merhaba, ben en son kulaklığın. Mutluluğu benimle bulmuş olmana çok sevindim. Karışık bir müzik zevkin var, ama takdir ediyorum. Hemen her şeyin ırzına benimle geçebilirsin. Yeter ki beni hep boynunda taşı. Ben de seninle olmaktan çok mutluyum. Tak hadi iPod'u, tak şu bilgisayarı bir an önce.. Konuşmak yersiz. Önce biraz sevişelim. Sonra konuşuruz nasıl olsa..."