*** 3-17 Mart 2011 tarihli Aktüel dergisinde yayınlanmıştır***
ÜNLÜ YAZAR VE YÖNETMEN LEVENT KAZAK YENİ PROJELERİNİ AKTÜEL’E ANLATTI
“Gaza geldim, ilk filmimi çekiyorum”
Türkiye’deki alternatif mizahın en yeni programlarından “Heberler”le dikkat çeken, kapalı gişe oynayan “Cam” oyunuyla da tiyatroya yeniden dönen Levent Kazak’ın bu sene içinde yapmayı düşündüğü çok şey var.
SEBLA KOÇAN
sebla.kocan@aktuel.com.tr
İki yeni film, iki de yeni oyun… Bir de “acelesi olmayan” bir roman. Yazar ve yönetmen Levent Kazak’la “Heberler”in çekim arkasında bir araya geldik.
Kazak’la sosyal medyanın çok sevdiği “Heberler”i, Kazak’ın Twitter’a düşkünlüğünü, geçtiğimiz aylarda merhum oyuncu Onur Bayraktar sonrasında Nedim Saban’la olan polemiği ve Kaş ile İstanbul arasında gidip gelmekle geçen gündelik hayatını konuştuk.
“Heberler” başlayalı neredeyse altı ay oldu. Türkiye için çok alternatif bir program aslında… Tepkiler nasıl?
Ben sokakta dolaşan bir herif değilim eskisi gibi. Tepkileri genellikle sosyal medyadan alıyoruz. Herkes mutlu görünüyor. İlk başlarda mutsuzlar yoktu. O çok tehlikelidir bizim iş için. Birisi çıkıp küfretmezse sana doğru düzgün bir iş yapamıyorsun demektir. Bizim çizgimizden, mizah anlayışımızdan rahatsız olanlar, beğenmeyenler olabilir. “Biz bunu gülmek için seyrediyoruz” beklentisi var insanlarda. Halbuki biz bunu güldürmek için yapmıyoruz. Birkaç bölümümüz var, tebessüm dahi etmezsiniz.
“Heberler” mizahının Zaytung ya da Ekşisözlük mizahına benzerliği konuşuluyor…
Bizim tek bir kuralımız var. Bir yerde çıkan herhangi bir şeyi, yazar kendisi bile yazsa kullanmıyoruz. Çok nadirdir, tesadüf etmiştir o zaman. Biz değil bir yerden almak, bizimle çalışan bir yazarın Twitter’da bundan bahsetmesi bile bizim için kullanılamaz hale getiriyor espriyi. Benim için mühim bir kural.
“YÖNETMENLİK HEP İSTEDİĞİM BİR ŞEYDİ”
Baba İshak ve Baba İlyas’ı n hikayesini yazdığınızı tvitlemiştiniz, Babai Ayaklanması aleviliğin tarihsel altyapısı aslında değil mi? Ne yazıyorsunuz?
Hacivat- Karagöz çalışması sırasında, gerçekten lise seviyesinde olan tarih bilgimi zenginleştirmeye çalıştım. Orada bir film yapıyoruz ama nasıl bir tarih, nasıl bir Osmanlı yerleştireceğiz diye düşünüyordum. Hikayemin dekorunda Osmanlı vardı ama sonrasında daha da önemsemeye başladım. Sonra biraz ileri geri giderken ilginç bir kanala girdim. Ahmet Yaşar Ocak’ın “Babailer İsyanı” diye bir kitabı vardır. Olağanüstü bir kitap. Alevilerin o dönemdeki duruşları ve İslamiyet içindeki ayrışmayı anlatıyor. Bugüne yansımaları da çok güçlü o dönemin. Kafamda bir film senaryosu oluşuyor. Artık ben çekmeyi düşünüyorum.
Yönetmenlik hep düşündüğünüz bir şeydi değil mi?
Hayal değildi, yapabilirdim isteseydim. Ama olmayı bekledim biraz. İlk film beni korkuttu. Biraz daha donanımlı başlamak istedim. Sinemayı ilk defa görmüş arkadaşlarımız cart diye kendilerini atıyor ve film çekiyorlar. Onların cesaretine hayranım aslında. Ben de etkilendim en sonunda. Gaza geldim. Bu sene ilk filmimi çekiyorum. Bir film daha olacak.
Ne zamana çekmeyi planlıyorsunuz?
Temmuz’da çekmeye başlıyoruz. Senaryo hazır. Filmin adı “Haklarını Sevişerek Alanlar”. 70’li yıllarda devrimci bir film yapmak isteyen solcu bir yönetmenin, seks filmleri yapan bir ekibin içine düşmesi ve filmini o kanalda yapmaya çalışmasının hikayesi aslında. Trajikomik bir hikaye.
Diğer film ne ile ilgili?
Onun adı “Beni Yıka”. Yücel Yolcu yönetmenliğini yapacak. Küçük bir İstanbul içinde seyahat filmi, yol filmi. Polis kılığında sette unutulan iki figüranın hikayesi. Küçük hikayesi olan sıcak bir film olacak. Aşağı yukarı iki film de aynı dönemde vizyona girecek.
Yeni oyunlar yazıyor musunuz, tiyatro konusunda çalışmalarınız olacak mı?
“Cam” tahmin ettiğimden daha iyi reaksiyon aldı.Tiyatronun ortağıyım, prodüksiyonu yaptım. Laçin Ceylan yönetiyor oyunu. Uzundur, tiyatroya soğuktum. Birden yükseldim. İkinci bir oyun yazıyorum. Dört kişilik bir şey. Sanıyorum Zuhal Olcay olacak bu projede. Ben sahneye koyacağım. Şimdi diğer oyuncuları da toparlıyoruz. Yine ilişkiler üzerine bir şey ama sahnede aynı anda iki oyun olacak. Bu seneye yetişir diye tahmin ediyorum.
Kamera önünde olmayı özlemiyor musunuz?
Tiyatroda bir şey oynamak olabilir ama oyunculuk beni çok heyecanlandırmıyor. Kendi adıma, kenarda durup o oyuncunun ne söylediğini yazmak daha çok hoşuma gidiyor. Bizim mesleğimizde ego ayarı çok önemli. İster istemez egom besleniyor, onu mümkün olduğu kadar şişirmemeye çalışıyorum.
“14 üniversite okudum, hepsinden atıldım ve hatırladığım kadarıyla içlerinde basın yayın yoktu” demişsiniz. Neler vardı peki?
Gururla söylüyorum ki içlerinde fotoğraf vardı. Hem de birincilikle girmiştim Mimar Sinan’a! Mimar Sinan’da aşağı yukarı bütün bölümler var. Resim, heykel, tiyatro dekor-kostüm, endüstri tasarımı…
Neden bitirmediniz girdiğiniz okulları?
Ben 14 yaşından beri çalışarak hayatımı kazanan bir herifim. Çalışmak zorundaydım. Genelde hep işten ötürü üniversiteleri bitiremedim. Yoksa ben evimde oturuyorum ve bir girip çıkayım, demedim. Genelde atıldığım için diğer üniversitelere girdim. Atılacağımı bilince diğerlerine hazırlandım.
Onur Bayraktar’ın vefatından sonra Nedim Saban’la bir polemik olmuştu. Siz “yas haktır” dediniz, Saban’ın “kontrattan vicdana kadar uzanan bir yelpaze duvarı ördüğünü” söylediniz. Kendisine yüzyüze söyleyeceğiniz şey de “saygıdeğer sanatçı ve kazandibi” idi. Sizi mahkemeye verdi mi peki, bu yazılardan sonra hiç yüzyüze geldiniz mi?
Bana mahkeme celbi falan, herhangi bir şey gelmedi. Ortada yapılmış büyük bir ayıp vardı ve blogumda yazmıştım bunu. Bu olayın bu kadar patlayacağını düşünmemiştim, çünkü ben oraya blog dilinde yazmıştım. Gazeteye yazıyor olsam daha farklı yazardım. Ama söylediklerimi hala savunuyorum. Tiyatroyu gerçekten ticaretten ayırmak gerekiyor. Böyle yapılmaması lazım. Bunun üzerine Nedim PR’lar yapmaya çalıştı. Ben hiçbir gazeteyle de konuşmadım da. Kaldı ki ben mahkeme celbinin gelmesini istiyorum ki, tekrar ağzımı açayım. Aslında aynı mekanlarda takılıyoruz, Şişli’de oynuyor o da, ben de oynuyorum. Ama karşılaşınca yazdığım her şeyi söyleyeceğim yüzüne de.
Birçok şeyi cesaretle kaleme alabiliyorsunuz, bir dönem çok sevdiğiniz Twitter’dan ayrılmıştınız mesela. Peki eleştirilmeye tahammülünüz var mı? Sizi ne demoralize edebilir veya yazmaya küstürebilir?
Twitter’ı çok aktif kullanınca o senin hayatındaki arkadaşlarından biri gibi oluyor. O dönemde biraz asosyaldim. Herhangi bir özel sebebi yok. Hakaret sevmiyorum sadece, kimse sevmez. Ama eleştirilmeye tamamen açığım. Hatta “Heberler”le ilgili Twitter’dan gelen eleştirileri çok dikkate alıyorum.
Sizin blogunuzdaki küçük hikayeler çok güzeldi, onları da kullanabileceğiniz bir şeyler düşünüyor musunuz yazmak?
“Kitap yapar mısın”, “filmin senaryosunu basalım da üstüne bir şeyler yaz” falan gibi teklifler geliyor. Onun bir acelesi yok, şu an düşünmüyorum. Ama altı, yedi yıldır bir roman üzerinde çalışıyorum. Babama anlattığım bir roman. Çok yavaş gidiyor. Ama hiç hızlandırmıyorum, ittirmiyorum, tamamen kendi ritmine bırakıyorum işi. Kod ismi var şimdi, “Daver Bey’in Romanı”. Babamın adıdır. Ama kafamda bir iki başka şey de var. Çok düzenli çalışmıyorum. Kaş operasyonunda ona biraz daha vakit ayırmak istiyorum.
Köşe yazarlığını düşündünüz mü hiç?
O çok büyük bir disiplin işi. “Heberler”de çekim seni çağırıyor, buraya gelmeme gibi bir şey olamaz. Ama yazı öyle değil, etki-tepki yok. Yazıp yollamak zorundasın. Ekip işi değil. Biraz baskı hissediyor insan ama istiyorum yapmak.
Belirli dönemler Kaş’ta da yaşıyorsunuz değil mi? Arada kaçıp gidiyor musunuz, yoksa asıl İstanbul’a mı kaçıp geliyorsunuz?
Düzenli olarak Kaş’ta bir hayatım var, aslında her hafta İstanbul’a iş için gelip gidiyorum. Hafta arası buralarda sürteceğime dalıyorum orada. İstanbul, ne yaparsan yap seni meşgul ediyor. Sen uzak kalsan da seni içine çekiyor. Bunun iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum çalışmak adına.
“’KİM BUNLAR’ TİYATRODAN BESLENİYORDU”
Dönemin Türkiyesi için çok avangard bir iş yapmıştınız “Kim Bunlar” diye. Ekip de sağlamdı: Levent Tülek, Pelinsu Pir, Pelin Körmükçü, Peker Açıkalın, Nilüfer Açıkalın… Şimdi düşününce nasıl geliyor o dönem?
Dönemine göre çok iyi işti. Geçenlerde elime bir “Kim Bunlar” kaseti geçti. Çok eskimiş espriler. E, yıl 88. “Kim Bunlar” öyle bir projeydi ki, biz hiç tanınmayan oyunculardık, çekmeye başladığımızda stüdyodan çıkmazdık. Bir gün çok yorgunken, hepberaber filme gidelim dedik. Dışarı çıktığımızda ünlü olduğumuzu anladık! Üstüm başım yırtıldı benim sinemada. İnanamadım. Düşünsene! Bir saniyede üne geçiş! Çok komikti. Ama unutmamak lazım ki “Kim Bunlar”ın arkasında tiyatro vardı. Biz sürekli oynuyorduk, haftada sekiz oyun oynuyorduk. Oynamazsak yazıyorduk, yeni oyunların provalarını yapıyorduk. O dönemde tiyatro bizi çok besliyordu.
LEVENT KAZAK’TAN TWITTER AFORİZMALARI
“Tencere yuvarlanmış, diğer tencereyi bulmuş”.
“Başkaları adına utanan insan iyi insandır, çekinmeden sevebilirsiniz.”
“Ellerinle besliyorsan eğer, arada parmaklarını say”.
“Memur zihniyeti işi yapmak değil, orada bulunmak zanneder işini!”
“Virgülleri yanlış yerlere koymam nefes alışımdandır.”
“Twitter kesin arızalı. Silindikçe çoğalıyor, yazdıkça azalıyor filan. Götürseler maslak sanayide hallederler ama nereden bilecek amerikalı.”
“nasıl uykum yok, nasıl uykum yok; böyle gözlerim açılıyo..!”
Kazak’n blogundan:
leblebitozu.tumblr.com
Elimde nadide bir kitap tutuyorum. Gurur duyuyorum kitabımla. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, 1930’larda basılmış. Kitabı çeviren Hakkı Süha Gezgin, feci yüksek bi amca. Şimdi kitabın 30. sayfasına geliyoruz, aa, bi dip not: ”çevirmenin notu: yazar burada konuyla ilgisiz bir takım şeyler anlatmıştır, dört sayfayı atıyorum! ”. 55.sayfa da şöyle bir not: ”yazar tamamiyle duygusal ve akıl dışı davranmaktadır. bu bölümü değiştiriyorum!”. Hayır kitabı çevirmiyor, düzeltiyor, kesiyor, biçiyor ve üstüne de Dostoyevski’ye fırça kayıyor mütemadiyen. Adamım o benim, büyük Türk!"