14 Kasım 2010

İstanbul'un kalbinde atmak...

Çok güzelsin be Galata*

Kasım'a giriş benim için hayli hızlı oldu.

Bir süre önce Telekomcu Teyze olarak, diyar diyar dolaşıp (Samsun'dan nokul, Erzincan'dan tulum peyniri ve Edirne'den meyve sabunu alarak) gezi yazısı yazma denemelerinde bulunduktan bir süre sonra Telekom'un dergisi için çalışmanın faturalarımı bedavaya getirmeyeceği gerçeğini anladığım an, Billboard sonrası kalbimin pek de artık heyecanla atmadığı NTV'ye elveda dedim.

Aslında gitmek tuhaftı, sevdiğim herkes gitmişken hem de oradan, geriye bir elin parmakları bile kalmamışken, gene de dört yıl boyunca koridorlarında dolandığınız yerden ayrılmak kolay olmuyor.

Asfaltında ineklerin oynaştığı Maslak'tan okulumun oraya, Beşiktaş'a transfer olmak sandığımdan daha kolay oldu sanırım. Yeni yeni algılıyorum.

Dergiden yürüyerek beş dakika içinde bira içilebilir seviyeye gidilebiliyor. Şahane! Hava ılıman seyrettiği için, sürekli yürüyorum. Yıldız'dan Beşiktaş'a. Oradan Karaköy'e. Sonra spora Galata'ya. Daha yukarı, Tünel'e. Sonra, şu ara aklımı alan 50 günlük adamı görebilmek için Cihangir'e. Oradan Şişhane'ye. Yürüyorum, yürüyorum, tabanlarımdan dumanlar çıkıyor. "İstanbul'un kalbinde atıyorum lan resmen!" diye sevine sevine.

Sanki hep oradaymışım gibi hissettiğim Aktüel konusunda bir süre sonra daha detaylı yazacağım, şimdilik damdan düşmekle meşgulum... Durun size biraz şarkı çalayım da bu yazı boşa gitmesin. Bu ara çok hastası olduğum eserlerden birkaçı. Dı nınını.

Of Montreal- Oslo in the Summertime
 

Two Door Cinema Club- What You Know
 

Hurts- Silver Lining



*Görsel, deviantArt'ta ezmocee'ye ait.