Bugünlerde buralar çok sessiz. Hemen hemen herkes tatilde, ışıklar yarı kapalı, üç beş kişi var her dergide, şimdiden çalışmaya başladı dergiciler bu ay yapacakları yeni sayı için.
Billboard'un açıldığı 2006 Ekiminde, ilk binamız USO Center'daydı. Yani Maslak'ta bildiğiniz NTV binasının hemen bitişiğinde bulunan bina. NTV ile USO'yu kocaman bir otopark birleştirir yerin altından. Ve biz yemekhaneye, İnsan Kaynakları ya da radyolara gidebilmek için her gün kışın buz gibi, yazın da cehennem gibi olan bu otoparktan yürümek zorunda kalırdık.
Uso Center'da daha yerimiz bile yokken, MediaCat için çekilen foto (2006)
Kemal, Süreyya, Zeynep, Özgür, Meltem,
Hakan, Ben, Atilla
Kemal, Süreyya, Zeynep, Özgür, Meltem,
Hakan, Ben, Atilla
Benim kaderim bu galiba. Mimar Sinan Üniversitesi'nin Fındıklı'daki kampusunun önünden her geçişimde manzaraya ve öğrenci profiline tav olur, "Allam bana bu okulu nasip et yarabbelalemiynnn!" diyerek iç geçirirdim üniversiteye hazırlanırken. Şans yüzüme gülüp de hayatta en çok istediğim okulu kazandığımda, binamın Beşiktaş sahildeki liseden bozma minicik Fen-Edebiyat Fakültesi olduğunu öğrenmiş ve fena hayalkırıklığına uğramıştım. Bilmiyordum ki çok şanslı bir dönemdeymişim. Mezun olacağım yıl okulun yarısı Bahçeşehir Üniversitesi'nin tacizine uğramış (yıllarca süren bir dava vardı), muhteşem manzaralı terasımız (ki ben manzaraya bakan sınıfta dinlediğim hiçbir dersi hatırlamıyorum ve sanırım bir kısmından bütünlemeye kaldım) dahil okulun yarısı Bahçeşehir'in olmuştu. Bu nedenle birçok bölüm Fındıklı kampusunün karşısındaki han gibi bir yere sürgün edilmişti. Zira kışın taş bina içinde zangırdayarak girdiğimiz kahve kuyruklarının olduğu kantinimiz bile bölünerek iğrenç birer sınıfa dönüşmüştü.
Neyse, kısacası o dönemde de "üvey evlat" olmaya alışkındım. Ders seçmeye Öğrenci İşleri'ne mi gidilecek? Tabana kuvvet Fındıklı'ya giderdik. Çoğu zaman itiraf ediyorum, renkli öğrenci kitlesini "gözlemlemek" için de giderdik ana kampuse. Kantinde oturur, manzaraya karşı çay içer ve geyiklerdik saatlerce.
USO Center'da "üvey evlat" olmak bu nedenle bana çok koymadı başlarda. NTV daha hareketliydi evet, ama bizim dergi grubunun olayı başkaydı. Herkes birbirini tanırdı, kapıdan girdiğiniz anda birilerine selam vermeye başlardınız. Yer yetersizliğinden bir sırada üç kişi oturan öğrenciler misali dipdibe oturanlar halinden çok şikayetçi sayılmazdı. Beraber sabahladığımız zamanlar, mutfağı çöp kamyonuna çevirir, sabah "bir ofisboydan daha fazlası" olan Celal sinirlenecek diye yorgunlukla ortalığı toplamaya çalışırdık. Merdivende sigara içenlerin geyiklerine dahil olur, akvaryumun tam üstündeki televizyona gündemdeki diziyi ya da programı izlemek için öbeklenirdik.
2008 yazında bir geceyi hiç unutamıyorum, yine dergi sabahlamasındaydık. Evo'cular bir yerde, Business'cılar bir yerde, biz bir yerde çalışıyorduk ama aklımız Eurovision'daydı. Mor ve Ötesi nasıl olacaktı acaba, izlemek lazımdı, derece olacak mıydı, milli bir heyecan dalgasına kapılmış gidiyorduk. Baskıya gidiyorduk, kapak hazırdı, Coldplay. Mor ve Ötesi'nin "Deli"yi icra ederkenki enfes performansı sonrası "Birinci olurlarsa kapağı değiştiriyoruz!" demişti, Meltem. Nasıl olacak? Kapağı baştan yapmak en az bir gün sürer. Üstelik yorgunuz, daha yazılacak çok şey var. Fakat biliyorduk, Mor ve Ötesi birinci olursa gündem değişir, haliyle kapak da değişirdi. Ve heyecanla bunu beklemek çok çok çok güzeldi!
Mor ve Ötesi o gece dördüncülüğü getirdi ülkemize ve bizim kapak değişmedi. Birçok kapak sonra, Evo, F1 ve Slam kapandı. Vogue'un gelmesi hasebiyle geçtiğimiz yıl Doğuş Power Center binasına taşındık, tüm dergi grubu. Daha büyük, daha cilalı, "mutfaksız" ve yepyeni DPC binasına. Floresan ışığı haricinde her ton ışık barındıran, mimariyi bozacağız diye duvarlarına poster asamadığımız DPC binasına hemen alıştık. Artık her şey farklıydı.
Az önce CNBC-e Business'tan Elif Yağız geldi yanıma. "Hatırlıyor musun Elif, USO'da her şey ne kadar güzeldi!" dedim birden onu görünce, yurtdışında Türk görmüş gibi sevinerek. "Şimdi ne kadar uzağız birbirimizden". Öyleydi. Büyük bir yerde çalışmak kötü değildi ama samimiyet eskisine oranla çok azdı. Kimse kimseyi tanımıyordu artık. Lise yıllarına benzer gruplaşmalar vardı, reklamcıların da gelmesiyle artan topuk seslerine müteakip daha da büyüyen, daha da gruplaşan bir kalabalık vardı. Hareket artık buradaydı.
Ama USO başkaydı işte. Şimdi yurdun çeşitli plazalarına dağılmış olan iş arkadaşlarımızla çevrilen yaman bir geyik vardı. Merdiven başında sotalanıp birilerinden sigara aşırmak vardı. Kantine gitmeye üşenince mutfağa yemek söyleyip beş kişi birden pizzaya abanmak vardı. Gecenin köründe sipariş edilen kebap kokusuna dayanmak vardı! Küçük ama muazzam kalabalığımız içinde, sıkılınca yanına çöreklenebileceğiniz insanlar vardı.
Biliyorum, yenilenmeye ve değişmeye ayak uydurmazsak durduğumuz yerde paslanıp gideriz. Biliyorum, tebdil-i mekanda ferahlık vardır. Büyük bir değişimin ardından kendimi en yeni düzene uydurmaya çabalarken şimdi, o "küçük" dergi grubunu, gecelenen, sabahlanan ve herkesin hep birlikte keyfinin yerinde olduğu günleri çok özlüyorum.
Ve o final gecesini hiç unutamıyorum.