21 Temmuz 2010

Ben ben mesela, uçarım mesela...


Bol konserli bir haftayı geride bıraktık, neşeliyim.


Massive Attack güzeldi. İki sene önce Judas Priest'ı tercih ederek gittiğim Parkorman konseri sonrası, hiç düşünmeden yine gittim. Kapıda neler olacağı muallaktı. Zira EMI'dan röportaj yapacağıma dair onay almasam, BKM'nin suskunluğunu hayra yormaz, bu konseri pas geçerdim. Normalde birçok büyük konsere evsahipliği yapan ve bugüne kadar basın akreditasyonlarını sorunsuz yapan BKM, bu kez nedense bu "küçük detayı" pas geçmiş, bir gün öncesinde attığımız mailleri de "şeyine sallamayarak" bizi üzmüştü. Konsere röportaj nedeniyle erken gittğimden benim başıma gelmedi ama Radyo Eksen'den birçok arkadaşımız kuyrukta beklerken nasıl telef olduklarını anlattılar, hatta birçoğu "bir daha asla" dediler.


Bizimse kendi küçük eksenimizde (yukardaki fotoğrafta ben, Sine ve Ayça bir bileklikten neler beklemeliyiz konusunda konuşurken...) keyfimiz yerindeydi. Bazı önemli gelişmeler olmuştu, o gün haberini almıştım. Ama gene de son üzümcü RTE gibi "durmak yok, yola devam" diye içimden tekrar ede ede, kendimi sahne balığı Horace Andy'ye teslim ettim... Bir ara Cem Yılmaz'ı gördüm, tekbaşına takılıyordu. "Kamerasızken normal bir insan o da işte" dedim. Kuliste görmedim kendisini. Bu arada kuliste baklava vardı, evet. Ve Şehnaz Heligoland'i imzalatıp bana hediye etti. Nası sevindim!

Massive Attack yine güzeldi, gene güzeldi. 44 yaşında olduğuna inanamadığımız 3D şeker gibi bir insandı. Sahne önü de Sine sağolsun, hayli iyiydi. İpek, ben ve Onur, gözümüzde Burn'ün dağıttığı pencereli Kanye West gözlüklerimizle takıldık. Konser bitiminde de Radyo Eksen bayraklarını toplamaya giden Olcay'a "Bizim Eksen'imiz var" isimli şu fotoğrafı çektirdik:



EVE GİTMEK YOK
O arada gene bir şeylere gittik geldik. Benim gözüm döndü sosyallikten. Neyse bırakalım, konsere gelelim. Birkaç gün sonrası ise Faithless'a hazırdık. Enfes bir ses sistemi vardı bir kere. Biz gittiğimizde Maxi Jazz sahnedeydi. Alanda neredeyse adım atacak yer yoktu. Girişte biletle birlikte verilen tarçınlı tekilalar midemi havaya kaldırsa da (ki İpek çok sevdi o da ayrı) gecenin sonunda "God is A DJ", "Insomnia", "We Come 1" ile ayaktabanlarımı Faithless'a feda ettim. Ki, ben Faithless hastası bi insan kesinlikle değilim. The Dance'ı dinlerken bazen "aga bi sus da müziğin sesini aç hele" diye Maxi Jazz'a içimden söylenirim. Fakat son hit "Not Going Home" beni bitirdi. Belki de yıllar sonra bir Faithless şarkısını milyonlarca kez dinliyorum. Konser performansı da muazzamdı. Maxi Jazz'ın enerjisi muazzamdı. Eve giderken beynimde "it's not over, i'm not going home till i can take you with me, i'm not going home.. come with me.." diye diye dönüyordu şarkı.



"Ben mesela.. Uçarım mesela.. Yerlere göklere sığamıyorum" diyerek bağlıyorum çok sevdiğim Athena albümü Pis'ten bir şarkıyla bu yazıyı sayın okur. Konsere gitmeyi ihmal etme. Müziksiz kalma. Hayat damarların kadar, kulaklarını da gözlerini de şenlendir. Şimdi beni duygu patlamalarıyla dolu bir The Cranberries bekler... Bekle beni Dolores!