11 Nisan 2010

FeDe was here!*



Blog Ödülleri mevzuuna hep son dakika uyanmışımdır ve üzülmüşümdür.

Bir yerlerde rastladığım haberlerini görüp ah etmişimdir, keşke katılıp şansımı bir deneseydim, demişimdir. Bu kez kaçırmadım. 2010 bö! Blog Ödülleri'nde hem bu okuduğunuz blogla hem de hap blogum Playbagg'le katıldım ve ikisi de Efes Pilsen Kültür Sanat Blogları kategorisinde aday oldu.

Heyecan verici!

Okuduğunuz bu bloga üç yıl önce gönül verdim. Sebep sadece bitmek bilmez yazma isteğimin artık matbu sayfalara dolması taşması da değildi aslında. Sanal olarak yazdığımız şeyleri daha hızlı paylaşabiliyorduk, dumanı üstünde keşfettiğimiz işlerden daha hızlı geri dönüşler alabiliyorduk. (Üstelik o vakit Twitter yoktu ve ben sözlükten de uçurulalı yıllar olmuştu.) Keyfen yazdığım abuk subuk, argo ve küfür içerikli, düşük cümleli yazılarımı da hiç önemsemiyordum, bilakis öyle olması bana daha, nasıl diyeyim, "punk" geliyordu. Amatör ruh haliyle çalakalem yazılmış duygusal, agresif ve saçmasapan işler yazdıkça, rahatlıyordum. Edebi kaygıdan uzak, Google'lamadan, kontrol etmeden ve düzensiz yazma işi bana kolay ulaşılır alternatif bir lavabo imkanı sunmuştu.

Lakin sonrasında aldığım tepkilerden anladım ki iş hafiften ciddiye binmeye başladı.

Mahallede ara sokaklarda koşturarak eheheelolooolaleeee yaparak gürültü yapan çocuk kimliğimden hızla sıyrılmam gerekiyordu zira tepki almaya başlamıştım. Kendikendime yazıyorum sanıyorken birden eş dost, ismimi araştırırken bloga denk gelen aile bireyleri, internete meraklı minimal kuzen-yeğenler ve derginin olağan okurlarından olumlu e-mailler, mesajlar gelmeye başladı. Fena olan şeyler de vardı, mesela blogda yazdıklarımı forumlarda görmeye başlamıştım ve geçenlerde röportaja gelen Feridun Düzağaç bile "blogunda gördüm, şöyle yazmışsın..." diye bana bir konuda sitem ederken iyice dank etti: Kendim çalıp kendim söylüyor olsaydım koskoca FeDe'nin bloğumda ne işi vardı?

Bu çok sevindirici olmakla birlikte, çok tırstırıcı da bir şeydi, zira eskisi gibi özgür olamamak durumun amatör ruh halinden sıyrılması ve yine dergidekine benzer bir iş disiplinine sahip olmayı gerektirebilirdi. Velhasıl kendimi her ne kadar öyle hissetmesem de blogger olmak, bir sıfatın içini doldurmak demekti, hatta neredeyse bir mesleğin hakkını vermek demekti. Geçenlerde "Seni bu lansmana hem müzik gazetecisi hem de blogger olduğun için davet ettim" diyen ajans çalışanı arkadaşıma da şaşırmamak gerekti!

Özetle, bö! 2010'u bu kez kaçırmadığım için mutluyum. http://2010.blogodulleri.com adresine girip bakmakta fayda var çünkü adaylar arasında harika bloglar var. Gezerken "Piiih! Benimki de blog mu? Bunlar basbayağı iyi web siteleri" diye yorumladıklarım da oldu. Aralarında meşhur bloglar da var, bazı arkadaşlarımın uzun zamandır emek sarfettikleri ve duyurdukları da.. Hepsinden öte, hepsi titiz bir filtreden geçmiş eğlenceli işler. 30 Nisan'a beğendiklerinize oy verebilirsiniz.

Şimdi bu blogu beğenenleri şuraya, Playbagg'i merak edenleri de şuraya alabilir ve olaysız dağılabiliriz.

* İstinye Park'taki Juke Box'ta "The Beatles was here" yazan bir plaka gördüm, neşe doldum.