sahiden de öyle.
bir şekilde biraraya geliyorsunuz. normalde insan ne yapar? tanışır, değil mi? veya başıyla selam verir. veya umut sarıkayacı bir efektle gözlerini kısarak selam verir. ama aranızda birkaç milimlik bir mesafe kalmış biriyle ya tanışır ya da kendisine tepki verirsiniz değil mi? normal insanlar böyledir.
kibirli güçlü kadınlar böyle değil. normal değiller çünkü. inanılmaz güçlüler. bi kodumu oturturlar. öylesine coşkunsal bir zekaları vardır ki, sizinle ilgilenecek, tanışacak ya da selam verecek vakitleri yoktur. sizin vaktiniz de kıymetli olabilir, ama k.g.k için bu önemli değildir. onun için önemli olan kendi vaktidir. kendi zekası, yeteneği, parası, gücü ve hiç rahatsız olmadığı kibridir. başkalarının yanında sizi görmezden gelebilir, sizinle bir işi varsa kendi çıkarı için orada birkaç dakika daha durabilir, ama sizin onunla işiniz olursa vay halinize. önce randevu almalısınız.
üniversiteye giderken staj yaptığım radyoda bir spor spikerinin kız arkadaşı, bir dönem büyük sükse yapmış şu 24 saat gözetlenen ev yarışmalarından birine katılmış ve şirretliğiyle ün yapmıştı. elenmişti kız ama şirretliği dillerde kalmıştı, hafızalarda değil. birkaç yıl sonra da karşıma o radyo istasyonunun koridorlarında çıktığında, "nereden hatırlıyorum ben bu kızı?" diye düşünüp, bulamamıştım. bir türlü çıkaramamıştım. fakat kızın ultra-negatif bir elektiriği vardı, bağlayıp kendisini tokada boğmak isteği içinde oluyordu insan, onu görünce. çok sonra hatırladım, ismini, soyadını hatırlayamadım elbette ama kızın verdiği o pis enerjiyi şimdi çözebiliyorum: eskimiş ünlü olmak. aynı radyoda yıllarca birlikte çalıştığı arkadaşlarını fena halde ele verip genel yayın yönetmenliğine oturmuş kadının verdiği elektrik de buna benzer bir şeydi. çirkin olmak, bu nedenle ne kadar akıllı olursa olsun bir türlü istediği gücü elde edememekti, sorunu.
benim için o kadınlar daha anlaşılabilir kötülüktelerdi.
ama kibirli güçlü kadın öyle bir şey değil. daha fena. nedeni muallakta bir samimiyetsizliği var. hatırlamamakta ısrar eden bakışları veya bunu hissettirmekten duyduğu bir memnuniyeti var. allah allah ne yapıyorsun, senin hayatında olmaya çalışmıyorum demeniz fayda etmez. oyun onların kuralına göre oynanacaktır. tantana ederseniz, gaza gelirler. saçmalayabilir, sinirlenebilirler. şu an çalıştığım medya kuruluşunda yayın yapan neşesiyle müsemma ünlü bir kadın radyocuyla "tanıştığımda" da bunu hissettim, aynı kuruluşun web sitesinin başındaki ünlü gazeteci yazar kadınla da "tanıştığımda"... son yıllarda altın çağını yaşayan bir kadın oyuncuyla röportaj yapmaya kalktığımda da avaz avaz dökülüyordu üzerinden kibir, oysa aynı filmin daha ünlü erkek oyuncusu çok saygın ve çok ünlü bir isim olmasına karşılık bana karşı tam bir beyefendi idi. bu gibi durumlarda serin durmaya çalışmakta zorlanmak da, benim huyum. "allahım bitecek" diye sabrediyorum, adeta. neden peki? "kendini ne zannediyorsun!" diye çığırsam, bana faydası dokunur mu? kızamıyorum da, an itibarıyla. şaşkınlık ilk duygu, sonra "tamam sakinleşelim" diyorum, "bitecek birkaç dakika sonra bu sonsuz diyalog..."
erkeklerde böyle bir şeye hiç rastlamadım, belki de çok az, hatırlamıyorum.
ama güçlü kadınların kibirleri başka bir şey.
zehirli, kötü kokan ve anlaşılmaz bir enerjileri var. tanrı hepimizi bundan korusun, diye içinden geçirmemek elde değil..
hakkaten de şarkısındaki gibi: "kibir bir canavar gibi bekliyor pusuda, tıpkı bir volkan gibi uykusunda..."
bari hande yener o kadınlardan olmasın. lütfen olmasın!