bir gün yakın bir arkadaşımla çok sevdiğimiz bir mekanda, sıklıkla yapmış olduğumuz gibi kendimizi kahveye gömmekteydik.
üniversite son sınıftaydık, en azından benim için okul bitmek üzereydi.
"itiraf ediyorum, bütün bu dinlediğim müziklerin, izlediğim filmlerin, hastası olduğum dizilerin içinde bazı fena şeyler de izliyorum, dinliyorum, baya baya hastasıyım hatta.." dedim.
suratıma inanamayarak baktı.
ne bileyim rock'n coke'ları kaçırmazdım. film festivallerinin hastasıydım. yeşilçama gelen bağımsız filmleri en önden izlerdim. alkım'ın en has müşterilerinden biriydim. sosyolojiyi zevk için okumuştum, iletişim sosyolojisini çok severdim. benim için çok derin manalar taşıyan dvd'lerim vardı. çağdaş türk edebiyatını takip ederdim. şiir yazmaya çalışırdım. sudokuya kafayı takıp, scrabble'da dereceden dereceye koşmuşluğum vardı. son zamanlarda ise iyi bir müzik yazarı olmak ve lost'ların tüm bölümünü izleyip yorumlamakla meşguldum.
yani hiç de fena olmayan bir sosyo-kültürel eğilimler içindeydim!
ama...
tezimi "aliye" üzerine yazmıştım!
bendeniz'in "bu baharda" şarkısını çok seviyordum ve bu nedenle kaşlarımı büzüyordum.
radyo eksen dinlerken arada best fm'e geçebiliyordum.
gilmore girls, desperade housewife, 24, nip/tuck arasında "binbir gece"yi izlemekten de vazgeçmiyordum.
suratıma inanamayarak bakan arkadaşım "ben de!" dedi!
izlandada karşılaşan iki türk gibi birbirimize sarılacaktık az kalsın.
"dirty pleasure" dedi kendisi kısaca bütün bu olanlara.
böyle kendimizi ne kadar iyi yetiştirdiğimizi düşünürsek düşünelim, ne kadar iyi eğitimli, görgülü, bilgili, bilmemne olmak istersek isteyelim, içimizde bazı "anadolu" damarlar kaldığı fikrinde birleştik.
bu anadolu damarlar kusur değildi elbette ama bizi şaşırtıyordu.
"bizim gibilerin" burun kıvırdığı bazı zevkler bizim hoşumuza gidiyordu.
çok mutlu olduk sonra, "dirty pleasure" şerefine kaldırdık kahvelerimizi.
yaşasın "bu baharda", yaşasın sonrasında çalan gogol bordello, yaşasın lost sonrası izlenen bir "binbir gece"!
pişman değilim!