12 Ekim 2015

D Kapısı

Markette sersem gibi gezilmez.

Gezmemek lazım, çünkü sıra var. Teyze var, amca var, herkes çok kararlı, ben çok kararsızım.

Aslında benim en sevdiğim şeydi market gezmek.
Uzun uzun bakayım, cips reyonunun önünden hızlıca geçeyim, şaraplara bakayım...

***

Şarap reyonu önünde uzun bekleyemiyorum.

Elazığ var almak istemiyorum. Diyarbakır var almak istemiyorum. Syrah var, en temizi, onu alayım. Aslında onu da almak istemiyorum. Hah, en temizi, Suvla! Yaşasın Suvla! Ama pahalı... Bakkaliyeden de alınmaz, marketten alınır. Metro’dan alsam...

Vazgeç.
Syrah sepette. Hızlıca geç. KOŞ.

Keşke burada macro olsaydı. En azından güzel ekmek alırdım. Ama burada her yer migros. Sanki panayır gibi, adım başı migros... İnsafsızlar, bari biriniz macro olsaydı. Bim bile var... macro yok.

Zaten burası avrupa yakası, yetmezmiş gibi bir de macro yok!

***

Markette sersem gibi gezilmez.

Acı, şekil değiştirip market kılığına girdi. Acı şu an, kasiyer kız oldu. Nakitse alırım, diyor. Bocalıyorum. “Sigara içemedim ondan ehe” diyorum ama aslında meselem sigara değil ki..
Meselem ne?
Money club kartı? Diyor.
Dur, bulucam...

Markette sersem gibi geziyorum.
Hızla çıkabilsem keşke. Marketle işim olmasa ne güzel olurdu. Bir ara, yalandan bir acıyı geçirmek için vapur yerine hep köprüyü kullanmıştım. Manasızca sürekli köprülerden geçtim. Bir süre sonra vapura koşabilmiştim. Tut la tut, dolmuş buldum diye bağırmalara başlamıştım. Sonra Marmaray... Kadıköy’ün her yerine de gidemezdim. Bir süre sonra gidebilmiştim. Eşşek gibi de gezmiştim hatta.

Benimdi oralar.
Kaç zaman oldu ben vapura binmedim...
Kaç zaman?

Aslında ilk günden hissim doğruydu. Olmaz bak dedi bana o his, olmaz, oldurmaya çalışıyorsun da, spor mu yavrum bu, yapma, sonra vapurlar gider elinden, olmadık bir yalnızlıkla imtihanın başlar, marketlerde tuhaf davranışlar içine girersin ve genel olarak kimse seni sevmez...

Hasiktir, demiştim, kusura bakmazsanız ben o hisse.

Bu sefer tutturdum, bu sefer kesin oldu demiştim.
Lan bakarsın bu kez tutar, göle maya çalmadı demesinler, da demiştim.

Çaldım bir güzel mayayı göle...
Sonra sen göl ben selamet...

***

Acı, şekil değiştirip şu an siteler olarak dikiliyor karşımda.
Burası yeterince Kadıköy değil. Bir kere, Anadolu yakası değil, ordan çuvalladın Siteler... Kusura bakmazsan, ben zar zor elde etmiştim Anadolu yakamı, beş yılımı verdim lan ben Anadolu yakama! Ne demek o özgürlük, haberin yok tabii... Suadiye sokaklarında ter dökmüyorum kaç Pazar’dır, gidemiyorum, gidemiyorum işte, gidesim yok, kalasım desen o hiç yok!

***

Acı, şu an D kapısı.

Dikiliyorum D kapısı önünde. Dur bir sigara daha içeyim. Babam görse çok kızar. Babam genel olarak çok kızıyor gibi geliyor bana. Naber desem kızacak. Neden sürekli içine sıçıyorsun, diyecek. Sonra genel olarak yeterince fenerbahçeli olmadığım için de kızacak. Akabinde, çakmak arayacak benim için. Bok iç, diyecek. Ama o bir istanbul beyefendisi, bok demez. Kızım siroz olursun az iç, diyecek. Baba benimkisi akşamları bir kadeh şarap ya, diycem. Gazetesine devam edecek. Kızım, ben sana bir şey demiyorum, koskoca kızsın sen, kafana göre, diyecek. Bana kızıyormuş gibi gelmeye devam edecek ama...

Acı, babam kılığından çıktı. Az biraz annem kılığına girdi. İyi misin dikişlerin ne oldu, dedi.
Dikişler düzeldi anne, dedim. Ağır kaldırınca acıyor ama geçermiş. Sersem gibi unutmayacakmışım onları...

Acı durdu durdu, sonra da bir fotoğraf karesi oldu.
Tek bir kare yetti bana.
Ulan, dedim. Acı şu an kedi oldu. Ortak paylaşım kümesindeki kedi, yeni boncuklara peşkeş oldu.
Kediyi soracaktım, uyuyor mu ne yapıyor, sonra gördüm, boğazıma düğüm oldu.
Daha birkaç ay önce... tüy olmuştu. Tüy olmasın diye, kovalanmıştı zavallı.

Şimdi bir fotoğraf karesinde, muhtemelen uzun bir kızıl saçlı kadın için tüy oldu.
Veya ayakları çirkin ama arkasındaki hayvanat güzel diye paketlenmiş altyapı çalışmaları oldu.
Veya ne bileyim, genç ve heyecanlı, turuncu saçlı, geçmişi ve geleceği sorunlu ve kesinlikle çok ama çok ince belli birisi için tüy oldu.

Lan, dedim...
Sus...

***

Acı, sus oldu.
D kapısında dikiliyorum.
Bir sigara daha yaksam...

Sersem gibi.
Lan, dedim. Biliyordum. Bilmezden gelip insan bilir mi? Bazen sabah uyanır, sadece bilirsin. Bazen de öyle sanmak istersin. Öyle sanmak süper bir şeydir. İnsana seneler geçirtir. Her alarmı ertelersin. Uyanmak istemezsin. O gün tatildir, sonraki gün de tatildir, sonraki gün de... mesela. Alarmları duymamaya başlarsın. Duymak istemezsin. Tatlı tatlı uyuyor gibi yaparsın. Bir gün uyandığında, alarmlar götüne girmiş olarak kalkarsın. Zamanında uyanamadığın her dakika için daha çok uyanırsın. Uyanmak zorunda kalırsın. Mesela kovulursun. Boktan bir sersemlik anında... Erteledin ulan alarmları... Gitmek zorunda kalırsın. Yerin yoktur, veya vardır, bir şekilde gitmen lazımdır. Bildiğin tek şeye tutunursun: bilmiyor olduğuna... Beş yılda inşa ettiğin özgürlüğünü, 1994 yılına geri götürürsün. Işık hızıyla.. Siteler mevkiine... macrosuz ve bol migroslu bir yerlere. Şarap reyonları basar, market girişindeki ucuzcular basar, market içinde eğlenenler basar, deterjanlar önünde hesap yapanlar basar, kremlerin ordan sana bakan şekilli oğlanlar basar, küçük götlü sporcu kızlar da basar, cebindeki telefon basar. Basar ha basar... topuklarsın.

***

D kapısı...

Acı, şekil değiştiriyor.
Dandik bir bilimkurgu dizisi gibi, hep olmadık yerden çıkıyor.
Bu aralar, en çok marketlerden çıkıyor mesela.
Bir süre sonra, unutuluyor. Unutana kadar, sen maya ben selamet...

Yaz bağıra bağıra bitiyor.
Acı, sonbahar oluyor.


Anladığım kadarıyla migrosun ordaki sitelere olmadık yağmurlar iniyor.