25 Ekim 2013

Zakkum'dan bir Ankara albümü daha*



* Aktüel'in yeni sayısında kısa haliyle yayınlanan röportajın uzun hali huzurlarınızda... 

Kayıt aşamasını yazın en sıcak günlerinde yapan; Yusuf Demirkol, Cem Senyücel, Eren Parlakgümüş ve Emre Yılmaztürk’ten kurulu Zakkum, “Her Gün Sonbahar” albümünde harikalar yaratmış.


** Raindog’dan bu yana uzun zaman 
geçti. Sizin bakış açınıza göre neler değişti?
EREN : Aslında hemen hemen  herşey değişti. Çok uzun bir süreden bahsediyoruz, 15 seneden… Bu süre müziğe, hayata ve tabi kendimize bakış açımızın değişmesi için fazlasıyla yeterli bir süre.

CEM: Öncelikle şunu söylemeliyim ki Raindog bir cover grubuyken Zakkum tamamen kendi şarkılarını üreten ve çalan br grup. Raindog, sahne hayatımızın ilk sekiz yılını kapsadı. Gençliğimiz, yirmili yaşlarımız, o yılların Ankara’sı, hep Raindog ismiyle iç içe geçmiş hafızalarımızda. Bir grup adından çok, hayatımızda koca bir döneme verdiğimiz isim gibi Raindog. Sonrasında Zakkum başlıyor zaten.
Raindog, kendi döneminde Ankara’nın en çok ses getiren, ismi tanınmış cover grubuydu belki de... Fakat Zakkum ismine geçip, ilk albümümüz Zehr-i Zakkum’u kaydettiğimizde; sanki tekrar ilkokul birinci sınıf sıralarına geri gönderilmiş lise öğrencileri gibi hissettik kendimizi...

YUSUF: Ankara’da alkış sesine, başarı hissine alışmıştık Raindog'la... Zakkum macerası başladığında ve tüm ülke vitrinine çıktığımızda, yepyeni bir kapı açılmıştı artık ve bu yeni dünyada, bizi henüz kimse tanımıyordu.
Her şeyi unutup, tüm kuralları yeni baştan öğrendik diyemem. Raindog, bize yeterli donanımı sağlamıştı aslında. Bin geceyi aşkın performansı geride bırakmıştık Zakkum ismine geçerken... Hepimiz için bir okul oldu Raindog. En güzel yanıysa, aynı dört kişiyle devam ediyor olmak hala... Bazen aklımızdan geçiyor, bir Raindog gecesi yapalım, sadece o eski repertuarı çalalım diye.
Hele şu albüm sonrası yoğunluğu ve yorgumluğu geçsin, kim bilir belki gider çalarız yeniden britpop’u da indie rock’ı da :)


** Instagram’ı epey iyi kullanan bir grupsunuz. Eskiden “ulaşılmazlık” vardı, şimdi de şeffaflık belki… Zakkum sosyal medyanın neresinde konumluyor kendisini?
CEM: Sosyal medya, iletişimin atar damarı artık. Konserlerden, turnelerden, albüm kayıtlarından hatta nadiren de olsa gündelik yaşantımızdan enstantaneler paylaşmayı seviyoruz. Bunları merak eden, takip eden insanlar orada bir yerlerde var olduğu sürece, bize de keyif veriyor bu. Facebook ve Instagram’ı güncel olarak kullanıyoruz diyebilirim...

EREN : Sosyal medya kitlelerle etkileşimi olan herhangi bir oluşum için artık vazgeçilmez ve çok önemli bir yerde, bunu kimse inkar edemez. Bir şeyi bir anda binlerce hatta milyonlarca insanla paylaşma şansını size sunuyor.  Biz bu konunun öneminin Raindog zamanından beri farkındayız. Bu dönemde de dinleyicilerimizin düşüncelerini bizimle rahatça paylaşabilmesi ve aynı zamanda etkinliklerimizden haberdar olabilmesi için farklı platformlar sunmaya çalıştık.

** Birçok yerli grubu “arabesk damardan beslenmek” konusunda hor görüyor, müzik eleştirmenlerimizin çoğu. Zakkum da bu ekibin içinde sayılıyor çoğu zaman. Oysa o “damar” işi, doğru yapıldığında kanı kaynatıyor, insanı besliyor. Siz bu tip eleştiriler gündeme geldiğinde ne hissediyorsunuz?
CEM: Eleştiriler olması doğal zira genel anlamda baskın bir müzikal bağnazlık var ülkemizde. Zakkum da bu bağnazlıktan payını almıştır elbette.
Biz, 2007 senesinde bu ülkede yapılmış en sert rock albümlerden biri olan “Zehr-i Zakkum”u kaydettik. Bu dönemde, bir çok grubun bugün bile çekineceği “glam” bir imaj sunduk dinleyenlere... Sonrasındaysa grubun olgunluğa geçiş albümü olan “13” geldi. Bugünkü Zakkum sound’unun ilk örnekleri, bu albümde ortaya çıkmaya başladı.
Şunun altını çizmeliyim ki bu dönemde Zakkum bir “rock grubu”ndan ziyade, bir “müzik grubu” olmak istedi. Şöyle anlatmaya çalışayım; Avrupa’da, Amerika’da en güzel haliyle yapılmış, kendi efsanelerini, ikonlarını yaratmış bir müzik türüne(Rock) Türkçe sözler yazıp sunmak değil de; en samimi haliyle bu ülkedeki yansımasını yapabilmek önemliydi artık bizim için. Zakkum, tabii ki hala rock tabanlı bir grup ama rock müzikten ibaret bir grup değil artık. Zakkum, bir “müzik” grubu.

YUSUF: Ben “arabesk” kelimesini doğru ve haklı bulmuyorum. Biz kendi ülkemizin, kültürümüzün enstrümanlarını, yani udu, kabak kemaneyi, klarneti Zakkum müziğiyle yoğurmaya çalışıyoruz bazı şarkılarda...
Bir derdiniz varsa bunu Türkçe söylemenin bir yolu var olduğu gibi; notaları Türkçe çalmanın da bir yolu var. Eğer ki bir şarkı doğarken, algını klarnete götürüyorsa ve sen “kendini bilirkişi kabul eden bir kaç bağnaz bana laf eder” diye o şarkıya klarnet koymaktan vaz geçiyorsan; yanlış yoldasındır benim gözümde. Kimi şarkılarsa, sadece gitar-bas-davul veya sadece keman ve piyanoya götürür seni bestelerken. Burada da kendini zorlayarak, “tutar” diye düşünerek o şarkıya doğu enstrümanlarını serpiştirirsen, bu da başka bir sahtekarlığa girer.
En önemli nokta, şarkının seni hangi enstrümana, hangi yaklaşıma götürdüğü...
O dakikadan sonra artık o enstrümanı kullanmalısın.... Tür, tarz, sınıf önemsemeden güzel müzik yapmak istiyoruz biz, insanların kalbine ulaşmak istiyoruz. Bizim yolumuz bu. Yeni albüm “Her Gün Sonbahar”da bunu gerçekleştirmeye çalıştık, ne kadar başarılı olduk bilemiyorum. Bu yargıyı “tarafsızca” dinleyenlere bırakmak gerekiyor...

EREN: Ben kendi adıma, müziği kategorize etmenin ve hatta eleştirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum... Biz güzel ve anlamlı müzikler yapmaya çalışan bir grubuz. Bunun dışında yapmaya çalıştığımız hiç bir şey yok.
Yani bu şarkı “damar” olsun diye birşey 15 senedir hiçbir grup arkadaşımdan duyduğumu hatırlamıyorum :) Eğer biz anlatmak istediğimiz - hissettiğimiz şeyi dinleyiciye istediğimiz hali ile aktarabiliyorsak, müzik içerisinde hangi enstrümanları veya hangi tarzı kullandığımızın, nasıl bir yol izlediğimizin bir anlamı kalmadığını düşünüyorum.

CEM: Kaldı ki bunu “müzik elden gidiyor” stresine çevirmeye gerek var mı? Bahsettiğiniz müzik eleştirmenleri, grup müziğinde şarkının kalbe dokunabilirliğinden ziyade enstrüman kullanımındaki “doğululuk, batılılık” şeklinde bir analize neden girmek isterler sürekli, anlamıyorum. Hor gördüğün şey insanların müzik zevki oluyor bu durumda. Fazlaca elektro gitar kullanılmış bir şarkı tamam; bunun yanında senin kültürüne özgü endsrümanlar eklenince hor görmek oldukça cahilce ve bağnaz gelmiyor mu size de? Eleştirirken tek bahsedilecek nokta bir grubun müziğinin ne kadar doğu veya ne kadar batı olduğu mudur? Hissiyat? İçerik? Duygu? Hiç mi önemli değil? Oysa en önemli unsurlar, bunlar değil mi?
-

** “Her Gün Sonbahar”ın kayıtları ve çalışmalarının çoğu yazın en sıcak günlerinde yapıldı, bildiğim kadarıyla. Zor geçti mi :) Nasıldı?

CEM: Beste aşaması, kış sonu ve ilkbahar dönemindeydi. Yusuf’un evindeki stüdyodaydık o dönem boyunca, konserlerden kalan zamanlarımızda. Ama asıl kayıt dönemi, senin de dediğin gibi tamamen yaz mevsimine yayıldı. Albümü Eylül’e yetiştirmek istiyorduk, biraz da isminden dolayı... Ve önümüzde en ince detayına kadar kaydedilmeyi bekleyen on üç tane şarkı vardı. Öyle bir konsantre olduk ki, o sıcağı pek hissetmedik sanırım. Zaman kavramı da, gece-gündüz mevhumu da bir yerden sonra kayboldu zaten bu dönemde... Bir noktada, albümün sonbahara yetişmeyeceğini düşünmeye bile başladım.

EREN : Tüm sürece bakıldığında gerçekten eğlenceli, heyecanlı fakat bir o kadar da yorucu, uykusuz ve zor bir süreçti.


** Eskiden belirli bir izleyicinin bildiği bir grupken, şimdi pek çok insanın işe, okula giderken kulağındasınız, TTNet listesinde zirvedesiniz. Konserleriniz, turneleriniz birçok anıyla doludur, muhtemelen... Nedir son zamanlarda sizi en çok etkileyen fan anınız?

CEM: Ankara Tunalı yakınlarında, Yusuf’la sık sık gittiğimiz ufak bir pastane var. Grupla ilgili çoğu kararın alındığı, aramızda beyin fırtınalarının yapıldığı yerdir burası. Geçen sene bir sonbahar ayında, bir kayıt sonrasında gene bu mekanda Yusuf’la oturuyorduk. Yan masamızda, çok yaşlı bir çift vardı. Çaylarını içtiler, masadan kalktılar. Tam bizim yanımızdan geçerlerken, hanımefendi bize doğru eğilip gülümseyerek “sizden yeni Anason’lar bekliyoruz çocuklar” deyiverdi. Ve sonra bizim cevabımızı beklemeden, yürüyerek uzaklaştılar kol kola... Yusuf’la birbirimize baktık ve söz yazıp, beste yapan iki adamın yaşayabileceği en büyük gururu yaşadık o an. Doğru ve güzel bir iş yaptığımızı hissettik. Bu insanlara ulaşabilmenin tek yolu, kalplerine dokunabilmekti. Ve biz, bunu başardığımızı hissettik o an için.
EREN : Etkileyen değil de şaşırtan bir anıyı paylaşmak isterim. Sahneden henüz inmiş ve aracımıza gitmiştik. Tam konser alanından ayrılmak üzere harekete geçtiğimizde bir dinleyicimiz aracın önüne yatarak gitmemizi engellemeye çalıştı J diğer arkadaşı da aracın arka kapısından içeri dalıp kendisi ve aracın önünde yatmakta olan arkadaşı için imza ve fotoğraf çektirmek istediğini söyledi. Gerçekten gülümseten bir andı…

** “Her Gün Sonbahar” tam bir Ankara albümü denilebilir mi? Ankara eskiden sizin için ne anlama gelmekteydi, şimdi ne anlama gelmekte?
YUSUF: Evet, “Her Gün Sonbahar” tam bir Ankara albümü... Tıpkı diğer Zakkum albümleri gibi... Ankara, bizim kendimizi güçlü hissettiğimiz, yaratabildiğimiz yer; evimiz...
Zakkum’un bugüne kadarki tüm şarkıları bu şehirde yazıldı ve bestelendi. Grubun ilk yıllarından beri; “Bu işler İstanbul’da olur, Ankara’dan taşınmanız lazım” yargısı bize dayatıldı hep. Ama kuzu kuzu pılımızı pırtımızı toplayıp İstanbul yollarına düşmedik, ters geldi bu bize. Belki de dayatmaları sevmediğimizden.. Biz Ankara’dan bu işin yapılabileceğini kanıtlamak istedik ve sanırım başarısız da olmadık. Bir tür meydan okumaydı belki bu...

CEM: Müzik, onu bekleyen kulaklara her yerden kavuşabilir. Güçlü olduğun yerde üretebilirsin, güçlü olmaya çabaladığın yerde değil. Ayrıca Ankara, bana en yakın dostumu, kardeşimi, Yusuf Demirkol’u kazandırdı. On beş yıl önce 19-20 yaşlarındayken çıktığımız ilk sahnemizden bu yana; her şarkıda, her hatırada birer tuğla koyarak yükselttiğimiz bir bina yaptık beraber. Yeni albümlerle, yeni şarkılarla yükselmeye devam edecek bu bina.

EREN: Ben de bir kez daha üzerine basarak söylemeliyim ki; Evet “Her Gün Sonbahar” tamamen bir Ankara albümü... Şarkıların oluşturulmasından, kayıtlara, miks – master aşamasından klip çekimine kadar herşey Anakara’da yapıldı. Zaten “Her Gün Sonbahar” ismi de en çok Ankara’ya yakışır herhlade

** Albümde sözleri Cem Senyücel yazıyor. Son paylaşımında bir Melih Cevdet Anday şiiri gördüm, Twitter’da. Sonra da The Smiths şarkısı “Asleep”. “Her Gün Sonbahar”ın oluşumunda “emeği geçen” başka hangi yazar ve gruplar var acaba diye merak ettim…
CEM: Hepimiz tüm dinlediklerimiz, okuduklarımız, yaşadıklarımızın bir toplamıyız aslında. Oscar Wilde Morrissey’e etki etmiştir. Robert Johnson, Led Zeppelin’e; Kerouac, Ginsberg gibi beatnik yazarlar Bob Dylan’a... Beynimizi neyle besler, neyle doyurursak; onun da izleri kalıyor elbet bir yerlerde... Platon bile Sokrates’in etkisi altında kalmıştır. Demek ki bu öykünmek değil, etkinlenmektir. Benim şiirdeki kahramanlarım ise Nazım Hikmet, Ahmed Arif ve Attila İlhan’dır. Müzikal olarak çerçeve çok geniş. Queen’den Frank Zappa’ya, Johnny Cash’den Tom Waits’e uzanan bir yelpaze var.

** Bir sokak röportajında, insanların yeni gruplar içinde en çok Zakkum ve Mabel Matiz dinlediklerini öğrenmiştim. Sizin, Türk sanatçı ve gruplar içinde, tabiri caizse “kıskandığınız”, ya da şöyle diyelim, “beğenerek takip ettiğiniz” (kıskanmak ağır oldu) kimler var? Neden?

EREN : Bu konuda bir takım isimler vermek istemiyorum. Bence özellikle son senelerde, Türk müziğinde gerçekten güzel işler yapılıyor ve müziğimiz iyi yönde gelişiyor. Çıkan her isim, bana hitap etmese de duyduğum her müzikal iş bana umut veriyor. İnsanlarım müzik zevki o kadar göreceli ki Müzik hep olmalı

CEM: Diğer sanatçı ve gruplardan aklıma spesifik bir örnek gelmiyor. Yaptıkları işleri çok detaylı olarak bilmiyor olma ayıbımdan da kaynaklanıyor olabilir bu. Eminim ki, bu arkadaşlarım ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardır ve yapmaya da devam edecekler. Ben kendi penceremden, yani bir söz yazarı olarak cevap verirsem; sanırım ilk Cumhuriyet döneminin bazı TSM güftekarlarını, bu ustaların bazı satırlarını kıskanıyorum diyebilirim. “Kıskanmak” doğru bir tabir değil aslında, “şapka çıkartmak” diyelim. O sözlerin bazılarında acı, ihtiras, sevgi o kadar canlı, naif ve elle tutulabilir geliyor ki...

** Son olarak, bundan sonraki  5 yıl içinde Zakkum kendini nerede görüyor? (Mesela Hyde Park’ta bir konser… ? Neden olmasın?)
YUSUF: Ben ufukta bir hayal olarak Hyde Park veya Wembley görmüyorum. Aklımızdaki, hayalimizdeki tek şey daha fazla şarkı yapmak. Her şarkı bizden kulaklara, kalplere uzanan yepyeni bir yol çünkü. Birbirimize ne kadar fazla şarkıyla bağlanırsak, o kadar iyi.

EREN : Klasik bir şekilde ifade etmek gerekir ise müzik bizim için bir araç değil bir amaç… Yani bugüne kadar kafamızda hep daha iyisini yapmak oldu ve bu motivasyonla yolumuza devam ediyoruz. Biz bunu yaptığımız sürece dinleyicilerimiz bizi bir yerlere layık görüyor ve o noktalara getiriyorlar. Bu şekilde devam edip 5 sene sonra nerede olacağımızı hep birlikte göreceğiz…