Defne Kayalar daha çok oynasa... |
“Güzel Şeyler
Bizim Tarafta” ile geçtiğimiz sezona damgasını vuran Krek’in yeni oyunu
“Babamın Cesetleri”ne gittik; oyunun yazarı ve yönetmeni Berkun Oya ile
oyuncuları yakaladık.
*** Aktüel 17-30 Ocak sayısında yayınlanmıştır***
Blognot: Oyuncularla yapılan röportaja ve izlenime dergide yer olmaması sebebiyle yer veremedik. Ama Öner Erkan'la ilgili şu notu düşmeliyim. Röportaj boyunca Şerif Erol, Kaan Taşaner ve konuşmaya çok istekli görünmese de Defne Kayalar ve sağolsun Krek konusunda işleri rahatça halledebildiğim prodüktör Nisan Ceren Göknel hepbirlikte sahnede oturuyor, güzel güzel kahvemizi içiyorduk. Ben bir şekilde sorularıma yanıt alabiliyordum ilk dakikalarda. Konuşmak bazen zor, biliyorum. Hepsinin en azından yapılan işe saygı duyduğunu görmek pek güzeldi. Ancak Öner Erkan konusunda ne yazık ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Keşke kendisi röportaja katılmayıp isteksizliğini bu kadar dışa vurmasa, insanlar yanıt verirken çeşitli "komikliklerle" diğerlerini de manipüle etmeseydi.
İstanbul
Bilgi Üniversitesi Santralistanbul’da bulunan Krek’in yeni oyunu “Babamın
Cesetleri” hakkında belki birkaç şey okudunuz, belki az çok fikriniz var. Savaş
fotoğrafçısı baba (Şerif Erol), iki oğluyla (Kaan Taşaner ve Öner Erkan)
hastane odasında vedalaşıyor. “Ben ölüyorum artık” diyor, “ben gidiyorum.” İki
kardeş arasındaki elektriği daha ilk sahnede görüyor, küçük oğlun eşinin (Defne
Kayalar) büyük oğlanla olan veya olmuş bitmiş “münasebetine” hemen tanık
oluyorsunuz.
Kimsenin
adının telaffuz edilmediği oyunda, bir adı geçen ufaklık var, o da Ada. Küçük
oğlanla gelinin tek kızları. Mutsuz bir evliliğin mutlu olunabilecek tek yanı.
En azından kadın için. Çünkü “Babamın Cesetleri”, iki oğlanın babalarıyla olan
hesaplaşmaları kadar; kadının kendi içindeki dilemmasını da işliyor. Kadın
kocasının, onun hayatı hakkında sandığından da çok bilgiye sahip oluşunu fark
etmesiyle; oturamıyor, kalkamıyor, acıyla kalakalıyor, büzülüp uyuyor koltuğun
bir köşesinde. Kocası da sanıldığı kadar masum değil. Onun da farkında. Ama hep
bir çabayla, insanı uçuruma götürebilecek bir yanlış anlamayı düzeltmeye
çalışıyor. Dürtüyor kocasını, “vaktin kalmadı” diyor, “bitir artık nefretini.” Belki
de babaya oğullarından daha çok sahip çıkıyor, sanki kendi babası gibi.
Kaan Taşaner (solda) muhteşemdi |
Küçük oğlanın yüzü hiç gülmüyor, sinir krizlerine müteakip saldırgan tavırları
babasını yaralıyor. Ağabeyine hırslı. “Benim karım o günden sonra senin
sevgilin oldu, ağabey... Benim karım seni benle hiç aldatmadı, merak etme”
diyor ağabeyine mesela. Tüyler ürpertici.
Ama
ilk perdede akılda kalan “o an”, babanın karga tulumba tekerlekli sandalyeye
oturtulup tomografiye götürüldüğü o sahne… Babanın üzerinde hastane giysisi. O dağ gibi,
başına buyruk, ailesini tutkun olduğu mesleği yüzünden ikinci plana atmış ve
bunun için hep suçlanmış o kocaman adam, o an küçücük… Bacakları çıplak.
Üzerinde hastane ışığı. Sararmış, solmuş… Kafese kapatılmış kuş gibi çaresiz.
Oğluna olan bakışı… “Hadi artık affet beni” bakışı. “Ölüyorum ben, vedalaşalım
senle” bakışı… Tek bir bakışı. Usta oyuncu Şerif Erol, daha ilk perdede yakalıyor insanı
boğazından, salmıyor sonra hiçbir yere. Gözünüz başkasında bile olsa o andan sonra,
kulağınız hep onda kalıyor.
Bir
de yüzünü hiç görmediğimiz bir anne var. Krek’in camlı özel sahnesinin ve
oyunun başında dağıtılan hassas kulaklıklarının marifetiyle nefes alıp
verişini, kocasına koridorda uzaktan bakışını, odaya girip girmemekte tereddüt
edişini, ama giremeyip evine geri dönüşünü, suçlayışını, dinlemeyişini,
huysuzluğunu duyuyoruz. Aslında sadece duymakla kalmıyoruz. Hissediyoruz. Tıpkı
“Güzel Şeyler Bizim Tarafta”da olduğu gibi, dışarda olan biteni de
hissediyoruz. Annenin çatallı sesinin içimizde güp güp atışını hissediyoruz.
Belki
de çoğunluk tarafından uzun olduğu için eleştirilen 20 dakikalık Ruanda tiradı
dışında (ki bu tirad oyunun belkemiği dakikalarından biri) anne ve babanın
eşzamanlı konuşmaları da insanın yüreğini burkuyor. Anne koridorda kendi
inadıyla ayak sürüyüp “ babanız çatıyı tamir edecekti” derken, baba ölüm
döşeğinde aynı anda “annenize söz verdim, çatıyı tamir edecektim” diyor,
mesela. Son nefesinde bile “Annenize yeni bir ev alın. O evin yatakodasının
çatısı akıyor. Uyuyamaz orada” diyerek onu düşünüyor, baba. İlk perdede sizi de
çevreleyen kuşku perdesinden yavaş yavaş sıyrılıp, babanın özgür ruhuna,
iyiniyetine, masumiyetine inanmaya başlıyorsunuz. Üzeri tozlanmış aşk
hikâyesine bile sahip çıkmasına şapka çıkarıyorsunuz. Bir de torununa olan
düşkünlüğüne, tabii… Son perdede dede ve torunun birbirlerine söyledikleri
ninni ile dağılıyorsunuz.
HASTANE FOBİNİZ
VARSA DİKKAT EDİN
“Babamın
Cesetleri” hastane odasında geçiyor, hastane ışıkları altında yüzler beyaz, bir
ailenin trajedisi gözler önüne seriliyor, evet. Akıllarda kalansa “büyük
ağabey” Kaan Taşaner ve “gelin” Defne Kayalar’ın başarılı performansları. İlk
gösterimi geçtiğimiz ay başında olan oyundan sonra oyuncuların hepsi, altı
hafta süren provaların da etkisiyle “yorgun ve mutlu” olduklarını söylüyor.
Peki ya seyircilerden gelen reaksiyonlar nasıl? Bir önceki oyunda mesela,
hastane fobisi olan birinin olduğunu söylüyor, “küçük kardeş” Öner Erkan. “Bütün
oyun hastanede geçiyorsa izleyemeyeceğim, deyip apar topar çıkmış” diyor.
Taşaner ekliyor: “Hastane fobisi var ama ceset izlemeye gelmiş o da garip.
İnsanlar oyunun adına baktıklarında çok kanlı bir oyun izleyeceklerini düşünüp
çok da kanlı bir oyun izliyorlar ama bunun farkına varmıyorlar”. Baba Şerif Erol,
kötü eleştiriden etkilenmediklerinin altını şöyle çiziyor: “Yaptığınız bir iş
üzerine söylenen bir söze kayıtsız kalamazsınız. Burada yakalanan bir akış ve
duygu grafiği var ve siz daima ona sadık kalmalısınız. Burada konuşulmuş ve
hesaplanmış bir şey var. Biz de ona sadığız. Eğer rejiye güveniyorsanız kötü
eleştiriden etkilenmezsiniz. Aynı şekilde iyi bir sözden de bulutların üstüne
çıkmazsınız, sakin kalırsınız.”
Krek’i
uzun yıllardır takip etmiş izleyiciler, bu kez yeni bir oyuncu kadrosuyla karşı
karşıya. Defne Kayalar’a, canlandırdığı karakteri nasıl çalıştığını soruyoruz,
“Çalışmaya
başlamadan önce çok soru çıkardım karakterle ve oyunla ilgili. Onların bir
kısmını Berkun (Oya) hemen cevapladı. Bir kısmını zamanla çözümledik. Provalar
sırasında da aklımıza gelen her soruyu yanıtladığı için sorun olmadı” diyor.
Oyuncuların hepsi metne sadık kalmış, herhangi bir değişiklik olması için
müdahale etmemişler. “Hikâyede en çok hangi karaktere üzüldünüz?” diye
soruyoruz. Derin bir sessizlik oluyor… Röportajımızın birçok yerinde olduğu
gibi, uzun düşüncelere dalıyor, ekip. Taşaner bir adım önde: “Buradaki hikaye
dramatik değil trajik bir hikâye. Buradaki herkes haklı. Herkes kendi
tarafından baktığında herkes üzgün. Bu odanın içindeki herkesin hayatı bir anlamda
üzücü” diyor. “Aslında durum çok üzücü” diyor, Kayalar. Erol ise “ben en çok
anneye üzülüyorum” diyor ve gülüyor.
Krek’in
camlı sahnesinin içinde seyircilere doğru oturuyoruz, konuşurken. Işık yansıyor
bir parça ama, sahneden seyirciler acaba nasıl görünüyor? Kayalar, “Bazen bir
pantolon ya da garip bir bıyık dikkatimi çekebiliyor. Hiç bakmadığım halde onun
orda olduğunu biliyorum” diyor. Erol ekliyor: “Geçenlerde en önde duran bir
çantaya kafam takıldı ve ‘o çanta orada ne arıyor?’ diye düşünürken laf
karıştı. Çünkü o Kaan’ın otelden getirdiği çantaya benziyordu. Sonra yine kaldığım
yerden devam ettim tabii” diyor. Bıyık konusuna bıyıklarının altından
gülümseyen Taşaner, Kayalar’a “Senin hayatındaki tek bıyıklı ben olmak
istiyorum” diye sataşıyor, röportajın bitiminde. “Şu andan itibaren benim için
tek bıyıklı sensin” diye gülüyor, Kayalar.
Mesele
bir aile dramı olunca, oyuncuların aileleri izledi mi acaba bu oyunu diye
soruyoruz son olarak. “Ben ilk günden çıkardım aradan o işi” diyor, Taşaner.
Erkan da ekliyor: “Benim engizisyoncu ağabeyim geldi izledi geçen gün. Çok
acımasızdır beni çok eleştirir. Oyundan sonra gözüme bakamıyordu.” Kayıt
makinesi kapandığı anda, gözle görülür bir rahatlama oluyor. Erkan soruyor:
“Sizin bir tomografi varsa halledelim mi?”
YENİ OYUN
“ISKA”YI ÖĞRENCİSİ YAZDI, O YÖNETTİ
“Bugüne kadar
hep aynı adamın oyunlarını yönetmiştim, değişiklik oldu”
**Daha önce
sizden kısa oyunlar izledik. Bu oyun diğerlerine göre daha uzun. Acaba izleyici sıkılır mı diye bir kaygınız
oldu mu?
Kısa
oyunlar için ne söylediysem aynı şey uzun oyunlar için de geçerli. Bir oyunun
uzunluğunu, kısalığını süresel olarak değerlendirdiğim bir şey yok ortada. “Bomba”yı
yazıp bitirdiğim süre ne kadarsa “Babamın Cesetleri” de ne kadarsa o. Uzun ya
da kısa gibi bir düşünce yok kafamda. Öyle olsa optimum bir oyun süresi
belirleyip sürekli onu tutturmaya çalışmam gerekir ve herhalde o da çok
sağlıklı olmaz.
***Oyun arasında
seyircileri gözlemler misiniz?
Seyircinin içine çıkmak hiç cazip değil benim
için. Oyunun yazarı ve yönetmeni olarak orada olmak saçma. Tuvalete bile gitmem
gerekse beklerim.
***Santralistanbul’a
alıştınız mı, sizce Krek seyircisini buldu mu?
Krek’
in seyirci kitlesi yavaş yavaş oluşuyor. Önemli olan çeşitlenerek artması
bence. Umarım öyle de oluyordur.
***Kampüste
olması bir avantaj mı sizce, üniversite öğrencileri ilgi gösteriyor mu?
Bilgi
Üniversitesi ile organik bir bağı var buranın. O bağ da bizim için önemli ve
kıymetli. Aynı alanı kullanıyoruz sonuçta. Üniversite öğrencisi yaşındaki
insanlara yakın olma fikri harika benim için. Ama seyircilerin ne kadarı
üniversite öğrencisi ne kadarı değil bilmiyorum.
***Yeni oyun “Iska”
hakkında bilgi alabilir miyiz? Fuat Mete’nin üniversite öğrencisiyken Krek bünyesine girip
sonrasında burada devam ettiğini duymuştuk…
Krek
deyince benim aklıma gelen en önemli ve en öncelikli şey: Krek bünyesinde olan
arkadaşların oyunlara, prodüksiyona katkıda bulunması. Krek bu demek aslında.
Bir adamın tek başına oyunları yazıp yönetmesi değil. Ama bu istenilen kıvama
gelmesi biraz zaman alıyor tabi ki. Şimdi Fuat’ ın oyununu oynayacak olmamız
benim için çok kıymetli o yüzden.
***Fuat Mete’nin
size katılması nasıl oldu?
Okulda
zaten ders ilişkimiz vardı. Benim girdiğim bir derste o da 3. sınıftayken
tanıştık. Sonra Krek’ te çeşitli görevlerde çalıştı. Bir gün ben bir oyun
yazdım diye çıkageldi. Bir de bu tip şeyler çok sık oluyor. Haftada beş kişi
gelip yazdığı şeyi okutmak isteyebiliyor. Fuat son derece kendinden emindi. O
güne kadar ‘bir şey yazıyorum’ demedi. Benim haberim bile yoktu. Oyunu
yazdıktan sonra bir grup arkadaşıyla birlikte bitirme tezi gibi oyunu
sergilediler. Beni direkt onu izlemeye çağırdı. Ve ben bitmiş bir şeyi izlemiş
oldum ve Fuat’a ‘Bunu Krek’te yapalım ister misin’ diye teklif ettim o da kabul
etti. Benim için çok heyecan verici. Ben
hep aynı adamın oyunlarını yönetiyorum. İlk defa farklı bir adamın oyununu
yöneteceğim.
***Bu sene Krek’teki
oyuncu seçmelerine gelenlerin sayısında bir artış vardı… Umut verici,
heyecanlandıran birileriyle tanıştınız mı?
Tabi
ki genç biriyle tanışmak oldukça heyecan verici. Bugün genç dediğimiz adam biraz daha farklı.
Belki de ben yaşlanmaya başladığım için öyle geliyordur. Gençlik sahip olması
gereken en önemli şeye sahip değil bence. O da orijinallik.
***Babamın
Cesetleri’ ni ne kadar zamanda yazdınız?
Aslında
oyunu iki farklı zaman diliminde yazdım. Geçen sene yazmaya başladım sonra durmam
gerekti. Bu yaz tekrar geri döndüm ve tamamlandı.
***Oyunların
kitaplaştırılması ya da DVD haline getirilmesi gibi bir düşünceniz var mı?
Bayrak’ın
kitabı var zaten. Diğerlerini de yapmak lazım sanırım. Aklımda olsun benim
de.
Babamın
Cesetleri
Yazan ve Yöneten: Berkun Oya
Oynayanlar (alfabetik sırayla):
Defne Kayalar, Kaan Taşaner, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oynayanlar (alfabetik sırayla):
Defne Kayalar, Kaan Taşaner, Öner Erkan, Özge Özel, Şerif Erol, Ulaş Tuna Astepe
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
Işık: Cem Yılmazer
Oyun Tarihleri:
Ocak 2013
16,17,18,19 / 23,24,25,26 / 30,31 Ocak
Oyun günleri : Çarşamba, Perşembe, Cuma ve Cumartesi
Oyun saati: 20.30
Ocak 2013
16,17,18,19 / 23,24,25,26 / 30,31 Ocak
Oyun günleri : Çarşamba, Perşembe, Cuma ve Cumartesi
Oyun saati: 20.30