yıl kaç acaba? türkan gıdıklayarak beni güldürmeye çalışıyor |
Gene
seni rüyamda gördüm. Üzerinde yeşil hırkan yoktu bu kez, ama her defasında
burnunun dibine girip “Sen yaşamıyorsun artık ve bu bir rüya biliyorum. Eğer
rüya değilse elimi tut” diyorum. Hooooop diye gidiyorsun.
Bir
defasında gençliğini gördüm. Annemin de gençliğiyle birlikte merdivenden
çıkıyorduk. Ben şimdiki ben’dim lakin. Belki de şimdiki ben’i azıcık birazcık tanıyınca
daha çok seversin diye düşünmüşümdür. Aslına bakarsan, beni sevdiğine eminim.
“Sen ilk göz ağrısısın” diyordun hep, ben üzüldüğümde. Çünkü dedem, bir türlü
onaylamadığı bir evlilikten doğan ilk torunundan ziyade, oğullarının
torunlarını hep bir başka sever, onların çifter çifter yer aldığı
fotoğraflarını masasına çerçeveletir, “Eee kızım, sel gider kum kalır” derken, ben çok üzülürdüm. Diğer torunlar kumdu, ben seldim.
Geldiğimde her akşam ona büyük rakısını bakkaldan alan da bendim. Belki beni o
zaman daha çok severdi. Ama ben, “İstanbullarda yaşayan” uzak torundum. Bu
yüzden, dışlanmış gibi hisseder, üzülür ve belli etmezdim. Zamanında sarhoş
kafayla Karaköy’den denize uçmuş olan dedemi severdim gene de hakkını
yemeyeyim. O zamanlar Vosvos’u varmış, dedem ve armut gibi olmuş diğer iki
arkadaşı her nasılsa o kafayla yola çıkmış ve hepsi bir şekilde o kazadan sağ
kurtulmayı başarmış. Güzelim Vosvos denizin dibini boylamış tabii... O muzaffer
günün ardından kalan gazete kupürü halen durur. Neyse... Konuyu dağıtmayalım.
kucağında merve. yıl 1988. o sene beyin ameliyatı olmuştu. |
Sen
ayırmıyordun beni diğer torunlarından. Ben gidince çok ağlıyordun. “Sosis var
kızım, gel!” diye… Ben sosis seviyordum ya küçükken… Sosis diye bağıra bağıra
ağlar mı insan? Çok ağlıyordun zaten be anneanne. Ben gelince de ağlıyordun,
ben gidince de. Özlüyordun, sonra da alışıyordun, hep birileri olsundu yanında.
Birileri olsun, birilerini yedir içir, birilerini eğlendir… Yalnız kalmaktan
çok korkuyordun.
Ah
be Türkân. “Çalı bacak” diye dalga geçiyordun hatırlıyor musun, yaşıtlarımdan
daha çiroz olduğum için. Kaburgalarım sayılıyordu o zaman. Kimsenin Kate
Moss’dan haberi yokken yani. Dönemin meşhur buz mavisi streç pantolonları bol
geliyor, içinde dört dönüyorum diye ne üzülüyordum. Bilsem kaburgalarıma özenle
bakardım… Lise yıllarımda aldığım 10 kilodan sonra artık çalı bacak olmadığım
için sevinmiştim, sırf sen dalga geçemeyeceğin için. Belki bu sefer iyi bir şey
söylersin diye ummuştum. Gelgelelim“kuş yuvası” dediğin saçlarıma takmıştın bu
sefer de kafayı. Bir düğün için mi ne, bir türlü şekle girmeyen saçlarımı
kafamda topladı kuaför diye, “içine kuş girse yuva yapar” diye ne çok
gülmüştün… Ağız burun kıvırıp, milletin içinde benimle dalga geçtin diye de
gönül koymuştum. Pedagojiden bihaber gevrek Türkân. Sıcak yumurtayı hop diye
eline verdiğin kuzenim hâlâ yumurta yemek istemiyor. Ama gecenin 4’lerine kadar
dayımı pencereden yarı beline kadar sarkarak bekleyen de gene aynı Türkân. Öyle
de seviyordun çocuklarını bir yandan, sanki bilmiyoruz. Bizimle oturabilmek
için oturduğun yerden horluyordun, “gidip yatsana anneanne!” dendi mi,
“uyumuyorum ki, gözümü dinlendiriyorum” deyip yine uyuyordun. Kolpacı Türkân.
Çok
alemdin, çok. Ama biliyorum ki, sevdiğinden yapıyordun. Uğraşıyordun işte. Sen
uğraşırdın benle Türkân. İnsanları güldürmek için uğraşırdın bir de. Kendin de
koca gövdenle gevrek gevrek gülerdin üstüne. Yıllarca taklidini yaptım, “meh
meh meh” diye sallana sallana gülerek. Pek senden farkım yok yani.
Belki
o yüzden girip duruyorsun rüyalarıma. “Çağırdın geldim anneanne” diyorum
yattığın yere gelip, “Çağırdın geldim Türkân, buyur, yine diktin beni başına.
Söyle bu kez neyimi beğenmedin acaba?” Ne çalı bacak kaldı, ne kuş yuvası…
Sesin çıksa keşke. Rüyamdaki gibi toz olup gitmesen. Kaç kez gördüm seni, kaç
kez uzattım elimi, hatta bir defasında teselli bile ettim seni, “Ağlama
anneanne. İnsanlar ölür, biz çok iyiyiz bak, geride bıraktıkların iyiler, sen
mutlu ol, aklın bizde kalmasın. Seni çok seviyoruz” falan, öyle bir şeyler dedim.
Hatırladın di mi?
Ağlıyorum
be Türkân. Son görüştüğümüzde, ki bilmiyordum son olduğunu ama gene de iyi bir
sondu kabul et, bilgisayar ekranından bakıp bana “bebek yap bebek” dedin. Ben
de göbeğime koyup dev bir yastığı, “al sana bebek” dedim, “çok hamileyim de
şekerim, zor yürüyorum…” Koca koca güldün, reh reh reh reh diye. Annem de
güldü. Ben de çok güldüm. İyi ki çok gülmüşüz. Zevzek Türkân. Komik Türkân.
Goygoycu Türkân. Sonra bir daha kesişmedi yollarımız. Ne yazık ki. Vakit
gelmişti. Gittin. Bir güle güle diyemedim. Çok özledim be Türkân...
Sosis
diye bağıra bağıra ağlarmış meğer insan.