(Fotoğraf: Engin Irız) |
Cem
Dinlenmiş, Kadıköy Anadolu Lisesi’nde küçük animasyonlar yaparak ve tiyatro
afişleri tasarlayarak geçiriyor lise yıllarını. 20 yaşında Penguen’de çizmeye
başlıyor ve 21’inde gündeme ilişkin çizgilerinin köşe haline geldiği “Her Şey
Olur”a başlıyor. 2010’da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik
bölümünden mezun oluyor ve aynı yıl ilk kitabı Her Şey Olur 2004-2010
yayınlanıyor. Galeri x-ist’te sergileri oluyor, Contemporary İstanbul’da da
işleri sergileniyor.
Cem
Dinlenmiş’le Kadıköy’de buluşup rotayı belirliyoruz. Önce Kabataş motoruna
bineceğiz, sonra da Fındıklı’daki atölyesine gideceğiz. Önce onun Kadıköy’de
yürümeyi en sevdiği yerlerden olan Müdürdar Caddesi’nde dolanmaya karar
veriyoruz....
Yazar-çizer tayfası, okurların kafasında bir zamanlar Cağaloğlu,
Bâb-ı Âli yokuşunda, sonraları ise Beyoğlu, Tünel hattıyla özdeşleşti, aslında.
Halen de mizah dergilerinin çoğu Beyoğlu’nda. Bu yüzden sohbetin ilk
dakikalarında Dinlenmiş’le Beyoğlu üzerine başlıyor diyalog haliyle;
“Beyoğlu’nda da ilk öğrendiğim sokak İmam Adnan Sokak’tı, LeMan’ın sokağı…”
diyor. Ama Penguen'in ilk kurulduğu hafta amatör günü yokmuş. Zarf bırakmak
için gittiği Penguen kapıları “henüz” onun için açılmadığından kendini “bari
boşuna gelmiş olmayayım” deyip İnci Profiterol’ün kapısından atmış içeri. “Yeni
yerini çok merak ediyorum İnci’nin. Sanırım herkes için değişiyor klasiklerin
anlamı. İlk gelen için çok egzotik bir yerdi ya orası. Bir de yabancılık
çekiyordun, tabağını kendin alıyordun falan çok garip.” Peki ya bir türlü ne
olduğu bilinemeyen “Beyoğlu çikolatası” hakkındaki hissiyatı ne? “Edirneli bir
arkadaşım var. Benim için çocukken İnci’de profiterol yemek nasıl bir
etkinlikse, o da ‘Beyoğlu’na gideyim de çikolata alayım’ derdi. Yani onun için
de ‘Beyoğlu çikolatası’ diye bir gerçek var. İnci de biraz ‘ambiyanstır’ ya
aslında” diyor.
Yürümeye
başlıyoruz Altıyol’dan aşağı doğru. Sekiz aydır dergiden karikatürist arkadaşları
Özer Aydoğan ve Mustafa Satıcı ile boks yaptığından bahsediyor: “Spor salonuna
gidip kaldır indir yapmayalım diye düşündük, bir şey öğrenelim dedik, boksla
ilgilenmeye başladık, ve şartlar müsait olunca yazıldık” diyor.
Merak
ediyoruz haliyle, bokstan sonra kendine güveni gelmiş mi, mesela durduk yerde
kavgaya karıştığı oluyor mu? “Hiç işim olmaz. Psikolojik bir gerilime bulaşamam
sanırım. Boks yaparken eşe dosta ‘bak yaptığım harekete!’ demek komik oluyor.
Herkes dalga geçiyor. Müsabaka olmadıktan sonra çok da anlamlı olmuyor o
hareketler” diyor.
“AKMAR PASAJI’NI
SEVERDİM AMA BEATLES DİNLERDİM”
Kadıköy ortamları.. |
Dinlenmiş,
vapurdan iner inmez kahve kokusuna doğru yürüyormuş. “Mühürdar Caddesi benim en
sevdiğim caddelerden. Kadıköy’ün en geç uyuyan yerlerinden bana göre. İnsanlar
burada kalabalık, minik meydanlarda müzik, trompetçisi, darbukacısı falan var…
Sosyal ortamlarda çok iyi değilim ama yolda geçirdiğim zaman bana çok iyi
geliyor. İzleye izleye gitmeyi seviyorum” diyor. Mühürdar’da Güven Kırtasiye
içine dalıyoruz. Elbette işi çizgiyle olan biri için en heyecan verici yer,
kırtasiye. Orada heyecanla boyalara bakıyor.
Güven
Kırtasiye’nin tam karşısı “meşhur” Akmar Pasajı… “Akmar da 12-13 yaşlarında 2.
el İngilizce kitap almak için keşfettiğimiz bir yerdi. 90’larda metalcilerin
takıldığı pasajdı burası… Ben eski kitaplara, antin kuntin eşyalara meraklıydım
daha çok” diyor. “Yumuşak” şeyler dinlediğinden, Beatles sevdiğinden
bahsediyor: “O zamanlar Beatles dinleyen pek yoktu. Şu an herkes seviyor ama o
zaman ‘gay müzik’ falan gibiydi. Nirvana’nın, Metallica’nın, Iron Maiden’ın
dinlendiği zamanlardı onlar… Şimdi çok çeşitli şeyler dinliyorum.” Radyo
dinleme programı Radium'u tavsiye ediyor: "İnternette yayını olan bütün
istasyonları aynı platformda bulup dinlemek mümkün."
Bir
sonraki hedefimiz İmge Kitabevi. Cem çok sakin olduğu için burayı da sevdiğini
söylüyor. Kitapçı içinde hem kendi kitabını soruyor, hem de “Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi
Seyahatnâmesi'nin İstanbul” kitabını… “Bitmiyor çünkü İstanbul. Yani
İstanbullu da bütün İstanbul’u bilmiyor. Ben de gezmeyi seviyorum, zaten her
işim farklı bir köşede. Öğrenmek istiyorum böylece. Bilmediğin bir şehre gitmek
ve şehri keşfetmek ne kadar güzelse, İstanbul’da durum sürekli böyle aslında.
Haliç’te bir mahalleyi gezmek, yurtdışına çıkmışsın gibi hissettirebilir.
Büyükada’ya gittim mesela, kız arkadaşımla. Turistik gibi gezi yaptık, tepeye
Aya Yorgi’ye çıktık. Ama çok moral bozucuydu bir açıdan, çünkü oradan karşı
kıyılara, Kartal’a bakınca çok fena görünüyordu binalar, manzara. Hiç
düşünülmemiş yani oradan bakınca ne görünecek diye…” diyor.
Bu
arada öğreniyoruz ki, Cem’in İstanbul’a olan merakının sebebi, biraz da yaz
başında çıkması planlanan İstanbul haritaları işinden kaynaklanıyor. Tam o
esnada önümüzden geçen bir tramvay vesilesiyle, tramvayın neden Kadıköy’le
değil de İstiklal Caddesi’yle özdeşleştiğini düşünüyoruz. “Yüz sene önce
İstanbul’un bütün ana caddelerinde tramvay işlerken, bir tek İstiklal
Caddesi’ndeki kaldı, o da 20 küsür sene önce trafiğe kapandıktan sonra” diyor.
“İSTANBUL’UN
BİLMEDİĞİM SEMTLERİNDE GEZMEYİ SEVİYORUM”
Atölyesi Fındıklı'da |
Cem’in
İstanbul’u, daha çok ev, iş, dergi, galeri gibi
birbirine çok yakın olmayan noktalar arasında sürekli yolculuk ederek
geçiyor. "Yapacak bir işim yoksa, hiç bilmediğim semtlerde gezmeyi
seviyorum. Yürünerek gidilebilecek her yere yürüyebilirim." diyor.
Mizah
dergilerinde son dönemde Ersin Karabulut, Memo Tembelçizer gibi
karikatüristlerin de katkısıyla çizgi romancılığa olan ilgiden bahsediyoruz.
“Çizgi romanı hep sevdim, aklımı okudun” diyor o an ve ekliyor: “Bende de
sürpriz niteliğinde bir şeyler var aslında” diyor. Heyecanla bekliyoruz.
Bakalım.
Dinlenmiş’in
çocukluğu da İstanbul’da geçmiş. Kabataş-Kadıköy motoruna atlayıp laflamaya
devam ediyoruz. Haydarpaşa’nın önünden geçerken saatin üçü onyedi geçede
kalması dikkatimizi çekiyor. “Yangının saati bu ya..” diyor, Dinlenmiş. Kız
Kulesi’nin önünden geçerken fark ediyoruz ki, İstanbul Dinlenmiş’in gözünden
“adeta bir şiir gibi bu şehir..” algısından oldukça uzak. Güzeliyle, çirkiniyle
ayan beyan ortada. “Artık şu İstanbul’da kız kulesi romantizmi bitmedi mi?”
diyor, tam o anda. “Tamam sembol olarak çok önemli, ama fotoğrafın da bu kadar
öne çıkmasıyla İstanbul’u tanımak, arka taraflarını göstermeye olan ilgi de
epey canlı… Hatta yıkık bina ve harabe fotosu görmekten biraz canımız çıkmadı
mı?”
Fındıklı’ya
geldiğimizde uzun merdivenlerin olduğu Hardal Sokak’a doğru yöneliyoruz.
“Burası sanki çevreden ayrı bir yermiş gibi. Gizli bir geçit gibi yani.
Korunaklı evler var, etrafı telli falan. Başlarda nereye çıkacağını
kestiremiyordum, özel bir yol sanıyordum.” Aslında belki de İstanbul’un ara
sokaklarından korkmamak lazım diye düşünüyor insan… Bilinmedik yollar insanı
türlü güzel sokağa çıkarabilir çünkü, bu şehirde. “Sıraselviler’de eski Maksim
gazinosu ve İstanbul’un ilk sinemasının olduğu yerde inşaat devam ediyor.
Atölyeye giderken Taksim'den Kazancı'ya iniyorum ve arkadan o manzarayı
izliyorum. Tiyatro dekorunun arkasını görmek gibi bir şey, sahne arkasında faaliyet
sürüyor” diyor.
“KOMİKLİK OLSUN
DİYE YAPILMAYAN ŞEYLERE ÇOK GÜLÜYORUM”
Çoraplar yakıyor (dikiz at) |
Cem
Dinlenmiş, çizdiklerini düzenli olarak Tumblr’ına yüklüyor. “Ben çok iyi bir
Facebook ve Twitter kullanıcısı değilim aslında. Twitter’ı kullanılması
gerektiği gibi kullanmıyor olabilirim. Bir şey yazacaksam yarım gün gereksiz
yere düşünebiliyorum üstünde. Yirmi otuz kişi izliyor olsa belki daha rahat
edeceğim. Ama bu insanı kısıtlayan bir şey ve ben her şeyi yazmaktan
hoşlanmıyorum oraya. Instagram’ım da var ama bana kadar var. Kahvaltımı çekmek
hoşuma gitse bile herkese göstermek istemem. Pek ‘çağı yakalamış’ sayılmam
bence…” diyor.
Gene
de “Her Şey Olur”un en iyi haftalarından biri “Seçimporn”du. “Herkes demek ki
çok aşinaymış porno sitelerin arayüzüne. Ben aslında çizerken biraz çekinmiştim
‘adam baya incelemiş demek ki, biliyor’ diyecekler diye…” Çizerken bin tane şey
geçiyormuş aklından. Ama o işi anneler bile çok beğenmiş, öyle diyor.
Fındıklı’da
yürürken, fotoğrafçımız Engin, kompakt dijital makinesini övüyor, Cem bu
tavsiyeyi değerlendireceğini söylüyor. Çizgi dışındaki ilgi alanının fotoğraf
olup olmadığını soruyoruz. “Çok anladığımı söyleyemem, ama çekmeyi severim. Her
konuda biraz bilgi sahibi olayım diye galiba yarı cahil kaldım” diyor.
Az
çizgi ve balonla çok güldürebilen Cem Dinlenmiş neye güler en çok, elbette
merak konusu. “Bu soruya hep ezberlediğim cevaplar oluyor, belirli aralıklarla
onu vereyim diyorum, şifre gibi, değiştire değiştire… Ama heralde komiklik
olsun diye yapılmayan şeylere çok gülüyorum. En son 60’larda İstanbul’da geçen
bir James Bond filmi var, ‘Rusya’dan Sevgilerle’ diye. Orada uzun uzun
Sultanahmet’in kubbelerini çekmişler. Bir sonraki sahnede yatağa uzanmış bir
kadın ve onun göğüslerini gösteren uzun bir plan… Meme-kubbe analojisi, kör gözün
parmağına, çok saçma bir sahneydi. Kızın kolyesi ağzına giriyor falan, tam
böyle şehvetli bir anında üstelik, ona çok güldük mesela. Naif ve güzel de bir
yandan ama. Anlatması çok komik değil ama sanırım” diyor.
Cem
Dinlenmiş’in bir zamanlar Selçuk Erdem’le paylaştığı atölyesinde oturuyoruz,
günün sonunda. LeManyak’ı çok okuduğundan bahsediyor, zamanında. Yabancılardan
da Tenten’i seviyormuş. Bilgisayarının masaüstü resmine “Rusya’dan Sevgilerle”
setinden bir fotoğraf denk geliyor. O esnada imza günlerindeki ilgiden
konuşuyoruz. “İmza günleri halen eskisi gibi ve gelen okurların yaşları hiç
değişmiyor” diyor. Ve ilginç bir tespite imza atıyor: “Usta-çırak meselesi
bitti artık bence. Herkes buluyor ne anlatmak istediğini, bilerek geliyor
dergiye. Bu yüzden ustaların anlatacağı çok şey olmuyor artık.” Madem öyle,
yeri gelmişken mizah dergisi okuma alışkanlığından dem vuruyoruz: “Mizah
dergisi okuyor olmak diye bir müessese var aslında. Sanırım mizah dergisinin
popüler kültürün bir ürünü olup sermayeden bu kadar azade olması, reklamsız
olması ve tamamen okur parasıyla dönen bir şey olması önemli. Evet, gündem ve
politika da var orada ama siyasi bir mücadele alanı olmak zorunda da değil
mizah dergisi.” Cem Dinlenmiş’in köşesi,
bir yandan da hiç gazete okumayan birine gündemi anlatmanın da eğlenceli bir
yöntemi belki. Kendisi de onaylıyor bu durumu: “O niyetle okumayan insanların
sevmesi beni çok mutlu ediyor. O kıvamı tutturmak biraz kimya işi ya.”
*** Touch İstanbul Mart 2013 sayısında yayınlanmıştır***