12 Ekim 2015

D Kapısı

Markette sersem gibi gezilmez.

Gezmemek lazım, çünkü sıra var. Teyze var, amca var, herkes çok kararlı, ben çok kararsızım.

Aslında benim en sevdiğim şeydi market gezmek.
Uzun uzun bakayım, cips reyonunun önünden hızlıca geçeyim, şaraplara bakayım...

***

Şarap reyonu önünde uzun bekleyemiyorum.

Elazığ var almak istemiyorum. Diyarbakır var almak istemiyorum. Syrah var, en temizi, onu alayım. Aslında onu da almak istemiyorum. Hah, en temizi, Suvla! Yaşasın Suvla! Ama pahalı... Bakkaliyeden de alınmaz, marketten alınır. Metro’dan alsam...

Vazgeç.
Syrah sepette. Hızlıca geç. KOŞ.

Keşke burada macro olsaydı. En azından güzel ekmek alırdım. Ama burada her yer migros. Sanki panayır gibi, adım başı migros... İnsafsızlar, bari biriniz macro olsaydı. Bim bile var... macro yok.

Zaten burası avrupa yakası, yetmezmiş gibi bir de macro yok!

***

Markette sersem gibi gezilmez.

Acı, şekil değiştirip market kılığına girdi. Acı şu an, kasiyer kız oldu. Nakitse alırım, diyor. Bocalıyorum. “Sigara içemedim ondan ehe” diyorum ama aslında meselem sigara değil ki..
Meselem ne?
Money club kartı? Diyor.
Dur, bulucam...

Markette sersem gibi geziyorum.
Hızla çıkabilsem keşke. Marketle işim olmasa ne güzel olurdu. Bir ara, yalandan bir acıyı geçirmek için vapur yerine hep köprüyü kullanmıştım. Manasızca sürekli köprülerden geçtim. Bir süre sonra vapura koşabilmiştim. Tut la tut, dolmuş buldum diye bağırmalara başlamıştım. Sonra Marmaray... Kadıköy’ün her yerine de gidemezdim. Bir süre sonra gidebilmiştim. Eşşek gibi de gezmiştim hatta.

Benimdi oralar.
Kaç zaman oldu ben vapura binmedim...
Kaç zaman?

Aslında ilk günden hissim doğruydu. Olmaz bak dedi bana o his, olmaz, oldurmaya çalışıyorsun da, spor mu yavrum bu, yapma, sonra vapurlar gider elinden, olmadık bir yalnızlıkla imtihanın başlar, marketlerde tuhaf davranışlar içine girersin ve genel olarak kimse seni sevmez...

Hasiktir, demiştim, kusura bakmazsanız ben o hisse.

Bu sefer tutturdum, bu sefer kesin oldu demiştim.
Lan bakarsın bu kez tutar, göle maya çalmadı demesinler, da demiştim.

Çaldım bir güzel mayayı göle...
Sonra sen göl ben selamet...

***

Acı, şekil değiştirip şu an siteler olarak dikiliyor karşımda.
Burası yeterince Kadıköy değil. Bir kere, Anadolu yakası değil, ordan çuvalladın Siteler... Kusura bakmazsan, ben zar zor elde etmiştim Anadolu yakamı, beş yılımı verdim lan ben Anadolu yakama! Ne demek o özgürlük, haberin yok tabii... Suadiye sokaklarında ter dökmüyorum kaç Pazar’dır, gidemiyorum, gidemiyorum işte, gidesim yok, kalasım desen o hiç yok!

***

Acı, şu an D kapısı.

Dikiliyorum D kapısı önünde. Dur bir sigara daha içeyim. Babam görse çok kızar. Babam genel olarak çok kızıyor gibi geliyor bana. Naber desem kızacak. Neden sürekli içine sıçıyorsun, diyecek. Sonra genel olarak yeterince fenerbahçeli olmadığım için de kızacak. Akabinde, çakmak arayacak benim için. Bok iç, diyecek. Ama o bir istanbul beyefendisi, bok demez. Kızım siroz olursun az iç, diyecek. Baba benimkisi akşamları bir kadeh şarap ya, diycem. Gazetesine devam edecek. Kızım, ben sana bir şey demiyorum, koskoca kızsın sen, kafana göre, diyecek. Bana kızıyormuş gibi gelmeye devam edecek ama...

Acı, babam kılığından çıktı. Az biraz annem kılığına girdi. İyi misin dikişlerin ne oldu, dedi.
Dikişler düzeldi anne, dedim. Ağır kaldırınca acıyor ama geçermiş. Sersem gibi unutmayacakmışım onları...

Acı durdu durdu, sonra da bir fotoğraf karesi oldu.
Tek bir kare yetti bana.
Ulan, dedim. Acı şu an kedi oldu. Ortak paylaşım kümesindeki kedi, yeni boncuklara peşkeş oldu.
Kediyi soracaktım, uyuyor mu ne yapıyor, sonra gördüm, boğazıma düğüm oldu.
Daha birkaç ay önce... tüy olmuştu. Tüy olmasın diye, kovalanmıştı zavallı.

Şimdi bir fotoğraf karesinde, muhtemelen uzun bir kızıl saçlı kadın için tüy oldu.
Veya ayakları çirkin ama arkasındaki hayvanat güzel diye paketlenmiş altyapı çalışmaları oldu.
Veya ne bileyim, genç ve heyecanlı, turuncu saçlı, geçmişi ve geleceği sorunlu ve kesinlikle çok ama çok ince belli birisi için tüy oldu.

Lan, dedim...
Sus...

***

Acı, sus oldu.
D kapısında dikiliyorum.
Bir sigara daha yaksam...

Sersem gibi.
Lan, dedim. Biliyordum. Bilmezden gelip insan bilir mi? Bazen sabah uyanır, sadece bilirsin. Bazen de öyle sanmak istersin. Öyle sanmak süper bir şeydir. İnsana seneler geçirtir. Her alarmı ertelersin. Uyanmak istemezsin. O gün tatildir, sonraki gün de tatildir, sonraki gün de... mesela. Alarmları duymamaya başlarsın. Duymak istemezsin. Tatlı tatlı uyuyor gibi yaparsın. Bir gün uyandığında, alarmlar götüne girmiş olarak kalkarsın. Zamanında uyanamadığın her dakika için daha çok uyanırsın. Uyanmak zorunda kalırsın. Mesela kovulursun. Boktan bir sersemlik anında... Erteledin ulan alarmları... Gitmek zorunda kalırsın. Yerin yoktur, veya vardır, bir şekilde gitmen lazımdır. Bildiğin tek şeye tutunursun: bilmiyor olduğuna... Beş yılda inşa ettiğin özgürlüğünü, 1994 yılına geri götürürsün. Işık hızıyla.. Siteler mevkiine... macrosuz ve bol migroslu bir yerlere. Şarap reyonları basar, market girişindeki ucuzcular basar, market içinde eğlenenler basar, deterjanlar önünde hesap yapanlar basar, kremlerin ordan sana bakan şekilli oğlanlar basar, küçük götlü sporcu kızlar da basar, cebindeki telefon basar. Basar ha basar... topuklarsın.

***

D kapısı...

Acı, şekil değiştiriyor.
Dandik bir bilimkurgu dizisi gibi, hep olmadık yerden çıkıyor.
Bu aralar, en çok marketlerden çıkıyor mesela.
Bir süre sonra, unutuluyor. Unutana kadar, sen maya ben selamet...

Yaz bağıra bağıra bitiyor.
Acı, sonbahar oluyor.


Anladığım kadarıyla migrosun ordaki sitelere olmadık yağmurlar iniyor. 

28 Ağustos 2015

Korku > Çalsın sazlar!

Galiba çağımızın yeni hastalığı umut...
Hakan Günday demişti, "Umut hayata katlanmamızı sağlayan keyif verici bir madde ve ben kullanmıyorum."
Yaaaağğğ ama neden öyle diyorsunnnn kiiiiğğğ denmesin.
Hayli gerçekçi.

"Stuck in Love"da iki tip aşıktan söz edilmişti: umutsuz aşıklar ve gerçekçiler.
Sanırım içimizdeki umutsuz aşık hiç ölmediği için acı çekiyoruz.

Peki acı çekmeye gerek var mı?
Bırakın ölsün.
Zaten ölür o, yaşamaz...
Bırakmayı bilmek zekâ işi.
2+2=4 gibi, evet var. Ve o acının da sona ermesi lazım.
Sanırım yaş almak öyle bir şey. Hani tutturuyoruz ya, "büyüdük ya" diye.
Aslında büyümemiş olmayı anlamak dediğin şeyin adı hayat...
Tam büyüdük derken ölüyoruz mesela, bi' de bu var.

Çalsın sazlar demek, benim işim.
Kendimi ancak böyle kurtarabileceğimi fark etmemle yaşamaya karar vermem arasında doğru orantı var diyebilirim.

Bence en sevdiğiniz şeye, tutkularınıza sığınırsanız o iş olur.
Kimseyi umutsuzluğa sürüklemek gibi bir şansımız olmamalı.
Ha olmadı mı? Siktirin gidin, sizi tutan yok... Saygı duyarım.
Zeka devreden çıkarsa, maazallah geri zekâlı gibi gezmek mümkün.
Aptal gibi yaşamayı eminim hepimiz isterdi...

Biraz cesaret.
Ölmeyi seçerseniz itirazım var, seri şekilde çıkıp gidin. Okumayın.

Ölüm konusunda yapabileceğimiz bir şey olduğuna ve Hayat konusunda yapabileceğimiz bir şey olmadığına göre, "Sen aklımı koru Yareppim" makamından birkaç video seçtim.
İyi eğlenceler.

1. Prensesler 4'üncü dakikaya kadar alabilir, 4'ten sonra kusura bakmazsanız klip bana yapılmış (sağol)


2. Sizi istemeyen sevgilinizle birlikte olmayınız. (Atasözü)



3. Umut fakirin ekmeğidir ama Günday? (Layne Staley hakkın rahmetine... Aaaaaayyyy)



4. Bihter hala'yla kanka olaydı ölmezdi. Veya daha erken ölürdü.
Bu durumda sanırım Behlül'le kötü müzik dinleyeceğime evin küçük oğlanını alır eve çıkarım.
Snobluk etmeyin. Halit Ziya Uşaklıgil.
Hepimiz de Bihteriz de, çaktırmayın... :)



20 Ağustos 2015

YENİ DÖNEM: GERİ DÖNÜŞLER!

1 sene olmuş, nadasa çekmişim KYOF'u.
İlk göz ağrım olduğundan kelli, dün akşam 'Fight Club'a yine rast geldim ve dedim, tamam.
Onu öksüz bırakamayacağım...

Sanırım yeni bir dönem başladı. 
KYOF'un 8. yılı şerefine, bağzı işler peşine düştüm.
Genel olarak Hürriyet'te com.tr ve eklerde yazdığım yazıları burada da paylaşır, vaktim olduğunca Twitter'dan kopar buralara geri gelirim gibi geliyor.


7 Temmuz 2014

Bu ikiliye dikkat: Sia ve Die Antwoord



günün gününden güzel geçsin Sia'cığım (GGGG)


Sabah olana kadar bu bardak boşalmayacak...  
SIA- 1000 FORMS OF FEAR (Temmuz 2014) 

2014 müziğin en iyi yıllarından biri. Pek çoğumuzun belirttiği üzere "Chandelier" de bu senenin en iyi şarkılarından biri. Buna şimdiden karar verdik. Sürekli içen, canı acıyan, "rimelleri akmış" (Teoman bunun ekmeğini yıllarca yedi) o depresif kadın, Sia'nın ta kendisi. Öyle ki, "içip içip kusura bakmazsanız bir avize bulup, tepesinden sallanacağım" diyerek acısını haykırmakta bir sakınca görmüyor. Acılı kadın, içiyor ve gözlüklerini sabahın ilk ışıklarını görmeden çıkarmayacağını söylüyor. Dağılmış, "1-2-3 iç! 1-2-3 iç!" diyerek shot'larını sayıyor. Ve tekrar çıkıyor avizeye, canı acıya acıya bağırıyor: "parti kızlarının canı acımaz" diyor, ben bir "iyi vakit geçirme telefonuyum". "Telefon patlıyor, kapı çalıyor" ve kadın aşkı hissediyor, yatakta tabii... Yarını düşünmeden, gecede süzülen bir kuş gibi... Fakat bir yandan da gözyaşları kuruyana kadar. Geceye tutunduğunu söylüyor Sia, "sevgili hayat, dayanıyorum buna, tutunuyorum geceye ve ardıma bakmadan yoluma devam ediyorum". Ama esas kızımız aslında sandığınız kadar dayanıklı değil, "sabah olana kadar bu bardak boşalmayacak" diyor. Tıpkı bir zamanlarımıza damga vurmuş 'How I Met Your Mother'da Lily'nin marshall'ın yokluğunda otelin barından kanka edinip bardağını sürekli dolu tutması ve acısını sarhoş olarak unutmak istemesi gibi.


11 Mayıs 2014

TÜRKÂN

yıl kaç acaba? türkan gıdıklayarak beni güldürmeye çalışıyor
Gene seni rüyamda gördüm. Üzerinde yeşil hırkan yoktu bu kez, ama her defasında burnunun dibine girip “Sen yaşamıyorsun artık ve bu bir rüya biliyorum. Eğer rüya değilse elimi tut” diyorum. Hooooop diye gidiyorsun.

Bir defasında gençliğini gördüm. Annemin de gençliğiyle birlikte merdivenden çıkıyorduk. Ben şimdiki ben’dim lakin. Belki de şimdiki ben’i azıcık birazcık tanıyınca daha çok seversin diye düşünmüşümdür. Aslına bakarsan, beni sevdiğine eminim. “Sen ilk göz ağrısısın” diyordun hep, ben üzüldüğümde. Çünkü dedem, bir türlü onaylamadığı bir evlilikten doğan ilk torunundan ziyade, oğullarının torunlarını hep bir başka sever, onların çifter çifter yer aldığı fotoğraflarını masasına çerçeveletir, “Eee kızım, sel gider kum kalır” derken, ben çok üzülürdüm. Diğer torunlar kumdu, ben seldim. Geldiğimde her akşam ona büyük rakısını bakkaldan alan da bendim. Belki beni o zaman daha çok severdi. Ama ben, “İstanbullarda yaşayan” uzak torundum. Bu yüzden, dışlanmış gibi hisseder, üzülür ve belli etmezdim. Zamanında sarhoş kafayla Karaköy’den denize uçmuş olan dedemi severdim gene de hakkını yemeyeyim. O zamanlar Vosvos’u varmış, dedem ve armut gibi olmuş diğer iki arkadaşı her nasılsa o kafayla yola çıkmış ve hepsi bir şekilde o kazadan sağ kurtulmayı başarmış. Güzelim Vosvos denizin dibini boylamış tabii... O muzaffer günün ardından kalan gazete kupürü halen durur. Neyse... Konuyu dağıtmayalım.

4 Mayıs 2014

Aslan yürekli burger


Hamburger batıya açılan pencere 

Hamburger pencereden uçtu tencere 
Lahmacun lahmacun 
Kıyması bolca soğanı da onca neşelendikçe kahroldukça 
Hamburger bu aşk fizik ötesi 
Salçalı koruklu biberli olsa sona kalan donup saçını da yolsa 
Aslan yürekli burger ceylan bakışlı lahmacun 
Çelik bilekli burger hamur nakışlı lahmacun 
Gözümün nuru burger ciğer parem ne der 
Lahburger lahburger 



Barış Manço çok severdim ve çocukluğum onun şarkılarıyla geçti, pek çoğu 80 jenerasyonu gibi. Özellikle “24 Ayar” albümü, küçüklüğümün simgesi gibiydi. Üç yaşında, evdeki dev teybe takarak dinlediğim ilk kasetimdi. Bir an önce diğer şarkılar bitsin ve “Lahburger” başlasın diye beklerdim. Şarkı bitince de başa sarar büyük bir sabırla bir daha çalsın diye beklerdim. Şarkı nedense benim için çok önemliydi ve “Lahburger”i kimse bilmezdi. Yani, bilinirse bile Barış Manço’yla özdeşleşmiş değildi neticede. Bir “Dağlar Dağlar” değildi, bir “Kol Düğmeleri” değildi. Gölgede kalmıştı. Bana özeldi. Çünkü eğlenceli ve çok saçmaydı. Saçmaydı ama kendi içinde tuhaf bir mantığı da vardı. “Şarkıyı bence bir tek ben biliyorum” diye tuhaf bir havaya girerdim ve “Lahburger” çalarken hemen dansa başlardım!

Lahmacun ve hamburgeri karşılaştırıyordu Manço. Ben de bu işe çok gülüyordum. Galiba beni bu kadar güldürüyor diye seviyordum şarkıyı. Yıllar sonra da hep Barış Manço dinlemeye devam ettim, "Dönence"lerim oldu cebimde, "Sakız Hanım'la Mahur Bey"lerim de.

Fakat "Lahburger" bir girişti. Lahmacun ve hamburger benim ailemdi. Köy düğününde halaybaşına yancıyken, ertesi hafta havuzbaşında elde kadeh beleş içki kovalamak demekti. Ailemde her sosyal tabakadan insan vardı ve ben hepsine de aittim. Bunlar benim için bulunmaz nimetti. Hayatım boyunca yaptığım her işte bu deneyimler işime yaradı; herhangi bir statüyü gözlemlemek için bir yere gitmeme gerek yoktu, gözlem ayağımın dibindeydi.

"Ortadirek" bir ailenin tek kızıydım.
“Ceylan bakışlı lahmacun”dum.
“Aslan yürekli burger”dim. 



28 Nisan 2014

Milan'dan sonrası. Nokta!

Shakira yeni albümde"zaten kıvraklıkta yapacağımı yaptım, biraz da reggae'ye, rock & roll'a göz kırpayım" diyor.


Yeni anne olmuş hemen her sosyal medya arkadaşımızın hesabında bebeğine ilişkin bazı detayları istesek de istemesek de görüyor, duruma göre “beğen”iyor, duruma göre de “amanın, yeter” diyerek kapatıyoruz. Dünya starları anne olduğu zaman da pek bir şey değişmiyor, aslına bakarsanız. Shakira, Barcelona’nın ünlü oyuncusu Gerard Piqué ile birlikteliğinden dünyaya gelen bebeği Milan’ı kucağına aldı ve hayatı da müziği de elbette “Milan’dan önce ve sonra” olarak ikiye ayrıldı. 

26 Nisan 2014

Öl gider, sen kalır



Ne zaman bir mutluluğa vesile olsa hayat, volüm çıkıyor benden yapacak bir şey yok. Çıksın, ne kadar gürültü çıkarsa çıksın... Hayat, inine sığmayacak kadar güzel bazen. Hem de ne zaman ortalık boka sarıyor gibi olsa, tam da başaramam dediğim pek çok işin üzerine geliyor ya o mutlak kalp çarpıntısı, işte o kadar güzel hayat... Kusura bakma da bunu durdurmak anlamsız. Bir küçücük kalp çarpıntısını kutluyor benim de kalbim, inime sığmayışım bundan ve hiç niyetim yok içimi susturmaya. Gürültü var!

Neden ölmeyi seçtiğini anlayamıyorum işte bazen bazı insanların. Yakınımız dediğimiz, yakın saydığımız gözlerin bir daha bakmamayı, görmemeyi seçmesini bir türlü anlamlandıramıyorum. Nasıl bir odanın duvarı öğretir sana hayata gözünü kapatmayı? Hangi cam kapalıydı ve içerisi havasız kaldı da, kafaya oksijen gitmedi acaba diye düşünür dururum hep ben, ölmeyi seçenleri düşündüğümde. Evet, ben “ayarsız bir neşe”yim, farkındayım. Bir günün içinde öyle çok yükseliyor ve alçalıyorum ki, zavallı kalbimin bir gün iflas edeceğini sanıyorum. Ama hiç düşünmemek istiyorum bunları, çünkü belki de kalbim sandığımdan daha güçlü, belki ne kadar çok seversem ben o kadar daha güçlü.

Peki insan nasıl ister ölmeyi? Sanmıyorum ki az sevdiğinden. Sanmıyorum ki gitmeyi çok önce istediğinden.

Tam iki sene olacak. O’nun gitmeyi seçmesinin üstünden tam iki sene. Nasıl gider? O sene, sadece birkaç gün önce ilk dövmemi yaptırdığımda yine içimde hissetmiştim o ayarsız mutluluğu. Canım çok acısa da yaşadığım heyecanın damarlarımda akıttığı o eşsiz hissin peşinde koşarak çıkmıştım sokaklara... Çok istiyordum o yazı dursun bende sonsuza dek. Nihayet yazılmıştı. Uçuyordum... Üç gün sonra dünyanın en kötü haberlerinden birini alacağımı bilmiyordum.

Nasıl gider?
Hayatımın en kötü yılıydı.

Neredeyse iki sene... Çok şey değişti, dönüştü. Ama hâlâ aynı hayat, aynı yeni hayat beklentisi bu kez de damarlarıma yapışan. Boğazıma kadar gelip, “kalksana yerinden, bak, nefes alıyor o hayat orada, bundan daha güzel bir haber olur mu?” diye soran... Olur tabii, başka güzel haberler de olur elbet ama şimdi, zaman bunun sevinç zamanı. Sanki çifte nefes senmişsin gibi hissedip, kafayı tavana vurma zamanı. “Pipi göründü!” mesajını alınca; kan ter yürüme, kendini sokağa, insana, havaya vurma zamanı. 

20 yıllık çocukluk arkadaşımın oğlu oluyor! Var mı bundan güzel haber şimdi? 
Varsa, beri gelsin...  
Biliyorum, artık hayatımın en güzel yılı zamanı.


31 Aralık 2013

2014'te ne dinleyeceğiz?



** Aktüel'in 2013 almanağı olan son sayısında yayınlanmıştır.**

Türkiye’den örneklere bakacak olursak 2013 boyunca iyi pop şarkıları ve sevdiğimiz ekiplerden iyi rock şarkılarını dinlediğimizi söyleyebiliriz. 2014’e kuşbakışı bakıyor ve görüyoruz ki, yeni senede bir süredir sesi çıkmayan rapstarlarımızdan albümler peşisıra geliyor olacak.

Ceza, sound değişikliğine gittiği yeni albümünü 2014’te dinleyicisiyle buluşturacak olmanın heyecanı içinde şu sıralar. Alper Erinç prodüktörlüğünde kaydedilen albümde yerli ve yabancı düetler var. Killa Hakan 2014’ün ilk aylarında yeni albümü “Son Mohikan”ı yayınlayacak. Albümde Killa Hakan’a Ceza, Jay Ja Ballas, Eko Fresh, Summer Cem ve Mustafa Tuncer gibi isimler eşlik ediyor. Her iki albüm de Esen Müzik’ten gelecek. Geçtiğimiz sene “Kalp Hastası” adında bir albüm yayınlayan Sagopa Kajmer de eşi Kolera’nın solo albümü için harıl harıl çalışıyor. Sagopa Kajmer prodüktörlüğünde kaydedilen solo albümü için de Kolera, Chicagolu MC Illa Ills ile birlikte “HipHop Hybrid” adında yeni bir single yaptı. Melankolia Müzik’ten yayınlanacak albümün çıkış şarkısı ise “Den Den Koy” adında.

18 Aralık 2013

Emre Aydın'ın kulisinde: "Şarkılarımdan bazen ben bile sıkılıyorum"

Fadıl, ben ve EA
Albümün tamamından gelen 5 dakikalık YouTube teaser’ı iki gün içinde 90 bine yakın izlendi, “#eylulgeldisonra” hashtag’i Twitter’da “trending topic” oldu. Emre Aydın, son albümü “Eylül Geldi Sonra”yı 15 Kasım'daki İş Sanat konserinin kulisinde ilk kez Aktüel’e anlattı.

(FOTOĞRAFLAR: KORAY IŞIK)

Emre Aydın, uzun bir zamandır İsveç Stockholm’de son albümü “Eylül Geldi Sonra”nın kayıtlarıyla uğraşıyordu. Bu satırları okuduğunuz sıralarda raflarda olması planlanan yeni albümünden, İsveç’teki prodüktörünü nasıl delirttiğine, adının karıştığı MTV yolsuzluğu meselesinden üzerine çöken ve artık kendisini de sıktığını itiraf ettiği hüzünlü şarkılarına kadar tüm çıplaklığıyla olanı biteni anlattı, biz de dinledik.

** “Eylül Geldi Sonra” albümün adı. Çıkış şarkısı ne olacak?
 “Akşamlarda Parmak İzlerin” diye bir şarkımız var, muhtemelen çıkış şarkımız olacak. “Eyvah” da var bir de “Buralar Yalan” var onun üzerinde duruyoruz. İki tane cover var bu albümde. Biri Sezen Aksu Zülfü Livaneli ortak çalışması olan “Belalım”, diğeri de Nazan Öncel’in “Geceler Kara Tren”i… Aslında Sezen Aksu ve Nazan Öncel destekli bir albüm diyebilirim bu albüm için. Cover’larda izin alırken zorluk çıkarmayı bırakın, hep teşvik edici durumlar söz konusu oldu ikisinden de.

** “Soğuk Odalar”da tanıdığımız Gülden Mutlu’nun albümüne prodüktörlük vardı, ne oldu?
Biz “Unutamam Dedin” sonrasında Gülden Mutlu ile yollarımızı ayırdık. Yaptığı işi anlamadığımızı düşünmeye başladık. Konuşuyoruz ne yapıyorsun ne ediyorsun diye, ama ortak çalışmıyoruz artık.

** Birazdan izleyeceğimiz İş Sanat akustik konserinde yeni şarkı duyacak mıyız?
Aslında yeni şarkıları çalmaya hazırlıklıyız ama şöyle bir şey oluyor. Konser esnasında yeni şarkı cep telefonuyla kaydediliyor, albüm çıkmadan internete düşüyor. Binlerce insan o şarkıyı o videonun sunduğu kayıt çerçevesinde dinliyor ilk kez. Sadece sound için iki sene çalışmış insanlarız yahu… Yoksa ben de artık yeni şeyler çalmak istiyorum.