Markette sersem gibi gezilmez.
Gezmemek lazım, çünkü sıra var. Teyze var, amca var,
herkes çok kararlı, ben çok kararsızım.
Aslında benim en sevdiğim şeydi market gezmek.
Uzun uzun bakayım, cips reyonunun önünden hızlıca
geçeyim, şaraplara bakayım...
***
Şarap reyonu önünde uzun bekleyemiyorum.
Elazığ var almak istemiyorum. Diyarbakır var almak
istemiyorum. Syrah var, en temizi, onu alayım. Aslında onu da almak
istemiyorum. Hah, en temizi, Suvla! Yaşasın Suvla! Ama pahalı... Bakkaliyeden
de alınmaz, marketten alınır. Metro’dan alsam...
Vazgeç.
Syrah sepette. Hızlıca geç. KOŞ.
Keşke burada macro olsaydı. En azından güzel ekmek
alırdım. Ama burada her yer migros. Sanki panayır gibi, adım başı migros... İnsafsızlar,
bari biriniz macro olsaydı. Bim bile var... macro yok.
Zaten burası avrupa yakası, yetmezmiş gibi bir de macro
yok!
***
Markette sersem gibi gezilmez.
Acı, şekil değiştirip market kılığına girdi. Acı şu an,
kasiyer kız oldu. Nakitse alırım, diyor. Bocalıyorum. “Sigara içemedim ondan
ehe” diyorum ama aslında meselem sigara değil ki..
Meselem ne?
Money club kartı? Diyor.
Dur, bulucam...
Markette sersem gibi geziyorum.
Hızla çıkabilsem keşke. Marketle işim olmasa ne güzel
olurdu. Bir ara, yalandan bir acıyı geçirmek için vapur yerine hep köprüyü
kullanmıştım. Manasızca sürekli köprülerden geçtim. Bir süre sonra vapura
koşabilmiştim. Tut la tut, dolmuş buldum diye bağırmalara başlamıştım. Sonra Marmaray...
Kadıköy’ün her yerine de gidemezdim. Bir süre sonra gidebilmiştim. Eşşek gibi
de gezmiştim hatta.
Benimdi oralar.
Kaç zaman oldu ben vapura binmedim...
Kaç zaman?
Aslında ilk günden hissim doğruydu. Olmaz bak dedi bana o
his, olmaz, oldurmaya çalışıyorsun da, spor mu yavrum bu, yapma, sonra vapurlar
gider elinden, olmadık bir yalnızlıkla imtihanın başlar, marketlerde tuhaf
davranışlar içine girersin ve genel olarak kimse seni sevmez...
Hasiktir, demiştim, kusura bakmazsanız ben o hisse.
Bu sefer tutturdum, bu sefer kesin oldu demiştim.
Lan bakarsın bu kez tutar, göle maya çalmadı demesinler,
da demiştim.
Çaldım bir güzel mayayı göle...
Sonra sen göl ben selamet...
***
Acı, şekil değiştirip şu an siteler olarak dikiliyor
karşımda.
Burası yeterince Kadıköy değil. Bir kere, Anadolu yakası
değil, ordan çuvalladın Siteler... Kusura bakmazsan, ben zar zor elde etmiştim
Anadolu yakamı, beş yılımı verdim lan ben Anadolu yakama! Ne demek o özgürlük,
haberin yok tabii... Suadiye sokaklarında ter dökmüyorum kaç Pazar’dır,
gidemiyorum, gidemiyorum işte, gidesim yok, kalasım desen o hiç yok!
***
Acı, şu an D kapısı.
Dikiliyorum D kapısı önünde. Dur bir sigara daha içeyim. Babam
görse çok kızar. Babam genel olarak çok kızıyor gibi geliyor bana. Naber desem
kızacak. Neden sürekli içine sıçıyorsun, diyecek. Sonra genel olarak yeterince
fenerbahçeli olmadığım için de kızacak. Akabinde, çakmak arayacak benim için. Bok
iç, diyecek. Ama o bir istanbul beyefendisi, bok demez. Kızım siroz olursun az
iç, diyecek. Baba benimkisi akşamları bir kadeh şarap ya, diycem. Gazetesine devam
edecek. Kızım, ben sana bir şey demiyorum, koskoca kızsın sen, kafana göre,
diyecek. Bana kızıyormuş gibi gelmeye devam edecek ama...
Acı, babam kılığından çıktı. Az biraz annem kılığına
girdi. İyi misin dikişlerin ne oldu, dedi.
Dikişler düzeldi anne, dedim. Ağır kaldırınca acıyor ama
geçermiş. Sersem gibi unutmayacakmışım onları...
Acı durdu durdu, sonra da bir fotoğraf karesi oldu.
Tek bir kare yetti bana.
Ulan, dedim. Acı şu an kedi oldu. Ortak paylaşım
kümesindeki kedi, yeni boncuklara peşkeş oldu.
Kediyi soracaktım, uyuyor mu ne yapıyor, sonra gördüm, boğazıma
düğüm oldu.
Daha birkaç ay önce... tüy olmuştu. Tüy olmasın diye,
kovalanmıştı zavallı.
Şimdi bir fotoğraf karesinde, muhtemelen uzun bir kızıl
saçlı kadın için tüy oldu.
Veya ayakları çirkin ama arkasındaki hayvanat güzel diye paketlenmiş
altyapı çalışmaları oldu.
Veya ne bileyim, genç ve heyecanlı, turuncu saçlı,
geçmişi ve geleceği sorunlu ve kesinlikle çok ama çok ince belli birisi için
tüy oldu.
Lan, dedim...
Sus...
***
Acı, sus oldu.
D kapısında dikiliyorum.
Bir sigara daha yaksam...
Sersem gibi.
Lan, dedim. Biliyordum. Bilmezden gelip insan bilir mi? Bazen
sabah uyanır, sadece bilirsin. Bazen de öyle sanmak istersin. Öyle sanmak süper
bir şeydir. İnsana seneler geçirtir. Her alarmı ertelersin. Uyanmak istemezsin.
O gün tatildir, sonraki gün de tatildir, sonraki gün de... mesela. Alarmları duymamaya
başlarsın. Duymak istemezsin. Tatlı tatlı uyuyor gibi yaparsın. Bir gün
uyandığında, alarmlar götüne girmiş olarak kalkarsın. Zamanında uyanamadığın
her dakika için daha çok uyanırsın. Uyanmak zorunda kalırsın. Mesela kovulursun.
Boktan bir sersemlik anında... Erteledin ulan alarmları... Gitmek zorunda
kalırsın. Yerin yoktur, veya vardır, bir şekilde gitmen lazımdır. Bildiğin tek
şeye tutunursun: bilmiyor olduğuna... Beş yılda inşa ettiğin özgürlüğünü, 1994
yılına geri götürürsün. Işık hızıyla.. Siteler mevkiine... macrosuz ve bol
migroslu bir yerlere. Şarap reyonları basar, market girişindeki ucuzcular
basar, market içinde eğlenenler basar, deterjanlar önünde hesap yapanlar
basar, kremlerin ordan sana bakan şekilli oğlanlar basar, küçük götlü sporcu
kızlar da basar, cebindeki telefon basar. Basar ha basar... topuklarsın.
***
D kapısı...
Acı, şekil değiştiriyor.
Dandik bir bilimkurgu dizisi gibi, hep olmadık yerden
çıkıyor.
Bu aralar, en çok marketlerden çıkıyor mesela.
Bir süre sonra, unutuluyor. Unutana kadar, sen maya ben
selamet...
Yaz bağıra bağıra bitiyor.
Acı, sonbahar oluyor.
Anladığım kadarıyla migrosun ordaki sitelere olmadık yağmurlar
iniyor.